26 Mart 2015 Perşembe

Sema Özdemir ' in Hikayelerinden (Romantik) 3. Bölüm ^^




ROMANTİK-Bölüm 3
Sema Özdemir

→5 Yıl Önce

Apartmanın önünde duraksayıp derin bir nefes alıp verdim. Özgüven şuan beni terk etmiş, kuru cesaretimle yalnız bırakmıştı. Tedirgindim. Hiç tanımadığım, ne gibi sorunları olduğunu bilmediğim insanlarla aynı evde durup sâkince dertlerimi anlatacaktım öyle mi? Bu çok, saçmaydı. Başka yapacak bir şeyim yoktu. Kızları özel hayatımın içine çekmek istemiyordum. Sonuçta daha iki yıldır onları tanıyordum ve yeni takılmaya başlamıştık. Tam olarak samimi bile değildik. Büyük ihtimalle onlara derdimi anlattığımda bile zorunlulukla dinleyecekler ve zaman geçtikçe benden bu yüzden sıkılacaklardı. Neslişah okulun sessiz kızlarındandı. Geçen sene annesini kaybetmiş, aylarca kendine gelememişti. Bu yıl ise çok farklı bir şekilde okula başladığında merak edip sordum. O da bu toplantılardan bahsetmişti. Kendi gibi sorunları olan insanların onu anlayıp dinlemesi, çözüm üretmeleriyle düzelebildiğini söylediğinde bende bu hafta boyunca bunu düşündüm ve birkaç kişiyi araya sokup bir tanesine girmek için izin almıştım. Annem büyük ihtimâlle beni şuan okulda falan sanıyordu. Omzuma çarpan biriyle başımı yana çevirdim ama o çoktan yanımdan geçip apartmana doğru yürümüştü. "Hey! Dikkat etsene!" Hızını azaltmadan apartmana girip görüş açımdan çıktı. Çantamın koluna sıkıca tutunup bende ilerlemeye başladım. Merdivenleri çıkıp ilk kattaki dairenin önünde onunla karşılaşınca duraksadım. Kapı açılıp yirmili yaşlarda bir çocuk bakışlarını aramızda gezdirdi. "Levent ve Yağmur?" Sert çocuktan! bakışlarımı çekip başımı salladım. Demek sert çocuğun adı Levent'miş. "Siz arkadaş mısınız?"

"Hayır!" İkimiz aynı anda konuşup birbirimize baktığımızda karşıdaki çocuk yana çekilip geçmemizi sağladı. "Koridorun sonundaki oda. Herkes gelmedi daha. Keyfiniza bakın."←

Yalnızlık ne kadar kötüydü ya da ne kadar iyi. Mutlu olan insanlar yalnızlığı sevmezler. Çünkü onlar için yalnızlık, mutsuzluk ve acının sembolüdür. Mutsuz insanlar için ise huzur ve tatlı bir sessizliğin sembolüdür. Bu yüzden mutlu bir insan mutsuz insanı kendi pembe dünyasına çekerek ona büyük sevinçler verebilir. Mutsuz insanın diğerine vereceği ise büyük acılar ve siyah renklerle dolu bir hayattır. Levent bunların tam ortasındaydı. O griydi. Benim başaramadığımı başarmış karanlık dünyasına sızdırdığı güneşle gri renklere dönüşebilmişti. Çok saklı bir hayatı vardı. Onun ne zaman ne hissettiğini hiç anlayamadım. O ise benim aksime attığım her adımı bilecek kadar beni iyi tanıyan birisi.

"Hastanede kalmalıydın." dedim takside dışarıyı izlerken. Şuan ayakta durmasını sağlayan tek şey ilaçlardı. Yüzünün belirli yerlerinde hafif sararmaya başlamış çürükler vardı ama hemşirenin getirdiği kremi sırtına sürerken aslında yüzündekilerin gerçekten de önemsiz olduğu belliydi. "Hasteneleri sevmiyorum. İlaç kokuları miğdemi bulandırıyor. Senin gelmene gerek yoktu. Neden Antalya'dan buraya kadar geldin ki zaten?"

Kafamı ona çevirip nefesimi seslice dışarıya verdim. "Hemşire aradı senin telefonundan. Ben de çok ciddi sandığım için geldim." Sonra bir daha konuşmadık.


"Annem ve babam ben daha bir yaşına bile girmeden ayrılmışlar. Küçüklüğümden beri baba sevgisini tatmadım. Nasıl bir his olduğunu, bir çocuğa ne hissettirdiğini falan..." deyip gülümsemeye çalıştım. Bağdaş kurup oturmuştum, kollarım bacaklarımın arasında serbestçe dururken sağ elimle paçamdaki ince iple oynuyordum. Kafamı kaldırıp bana bakan gözlerle karşılaştığımda gözlerimi kırpıştırıp birkaç saniye bekledim. Herkes susma yemini etmiş gibi çıt çıkmadan beni dinliyorlardı. Bu güzel bir şey olabilirdi; tabi yakın arkadaşınıza bir dedikoduyu anlatırken ama konu ailemken ve bir çok insan dikkatlice beni dinlerken gerilmemek elde değildi. Bir tek o bakmıyordu bana. İçeriye girdiğimizden beri bir kez olsun yüzüme bakmayı düşünmemiş olacak ki parmaklarına bakmak ona daha ilgi çekici gelmişti. Sol ayağını öne doğru uzatırken sağ ayağını kendine doğru büküp kolunuda üzerine doğru uzatmıştı. Bilmediğim bir nedenle seslice nefes verip sesimi bir kademe yükselttim. "Bu yüzden bir özlem çekmedim bu konuda. Tabi eksiklik hep vardı. Annem boşandıktan sonra dedemlerin evin geri taşınmış ve benim kabusum başlamış. Kendimi bildim bileli teyzemler dayımlar ya da hep hayatıma karışır oldular. 'Bunu neden giydin.' 'Bize yakışır bir kız gibi davran.' 'Hayatımda senin kadar umursamaz bir kız görmedim.' 'Allah'ım aynı babası!'" taklitlerini çıkarmam diğerlerinin yüzlerinde bir tebessüm yaratırken kafamı eğdim. "İşlerine geldiklerinde kocaman şeylerin altından kalkan bir kızım ama kendi hakkımdaki kararları veremeyecek kadar çocuğum onların gözünde. Tek istediklerini benden intikâm almak. Annem boşandıktan sonra bir süre kendine gelememiş. Paikolojisi bozulduğu için uzun bir süre ilaç kullandı. Aslında ailemiz!, aile bağlarını çok önemserler. Onlar için aileden bir kişinin canının yanması hepsinin canının yanması. Bu yüzden annemin intikamını o adamın kızından çıkarmaya çalışıyorlar. Annem buna bir şey diyemiyor. Çünkü onlarından kendisini bırakmasından korkuyor. Ne zaman aileden biriyle kavga etsem sadece beni suçlar ve bir daha sesimi çıkarmamamı söyler. Buna katlanmak çok zor; haklıyken susmak, sürekli en küçük şeyde sürekli laf söylenmesine artık dayanamıyorum. Ben de onları sinirlendirecek en iyi şeyi yapıyorum. Umursamamak! Buna deli oluyorlar. Çünkü bir insanı en çok umirsanmamak üzer ve sinirlendirir. Anneme kızamıyorum bile çünkü bu dünya da beni seven tek kişi o. Belki beni ailesine karşı savunamıyor ama beni seviyor. Bunu biliyorum ve hissediyorum. Bu size belki basit bir aile sorunu ama benim için onların yanında, anbean onlarla yüz yüze olan ben için basit değil. Çünkü adil değiller. Kendi çocuklarına davrandıkları gibi davranmıyorlar bana. Beni en çok üzen şey ise bunu o kadar normal bir şey gibi bakıyorlar ki. Onlara göre ben çok mutluyum. Yaptığım sadece şımarıklık ve dikkat çekme çabası. Rahatım ve keyfim yerinde olmalı ama öyle hissetmiyorum. Kalbim bir boşlukta gibi ruhum daralıyor, nefes alamıyorum onlarla birlikte. Özgür değilim ben. Hiç olmadım da. Sadece öyle hissetmemi istediler." Levent ilk defa kafasını kaldırıp gözlerini gözlerimle buluşturdu.←

Taksi apartmanın önünde durduğunda bana izin vermeyerek ücreti ödedi. Kolunun altın girip apartmana girmesine yardım ettim. Omuzumdaki koluna tüm ağırlığını vermemeye çalışarak durduğunda kafamı kaldırıp ona baktım. Asansörün yanına geldiğimizde hiç vakit kaybetmeden düğmeye bastım. Daha yedinci kattaydı. "Ağırlığını bana ver." Kafasını eğdiğinde göz göze geldik. Asansör beşe inmişti. "Altımda kalırsın." dediğinde hareketlenip hafifçe onu ittim. Dördüncü kat. "Ölü takliti yap demedim ve imâlarını kendine sakla." Üçüncü kat. Gülümseyip omuzumdaki elini sıkılaştırdı ve gerçek anlamda ağırlığını üzerime verince sendeledim. Yan taraftaki duvara tutunup sertçe ona baktım. İkinci kat. 'Bunu sen istedin.' bakışı atarken geldiğimden beri ilk kez keyfi yerine gelmişti. Asansör gelip kapı açıldığında üzerindeki! Levent'i asansöre itekledim. Artık ezberlediğim düğmeyi bakmadan basıp dokuzuncu kata kadar ayakta kalmaya çalıştım. "Pes mi? Benim için hava hoş ama daha yedi kat var." Boştaki elimi karın boşluğuna getirip gezdirdiğimde anında üzerimdeki ağırlık hafifledi. "Hey, hile yapıyorsun. Huylandığımı bildiğin için yaptın değil mi?" "Sen kaşındın." dedim tüm dişlerimi göstererek gülerken. İki kolunu bana doladı ve sıkı sıkı sarılarak tüm ağırlığını üzerime verdiğinde ciddi anlamda altında ezilip öleceğimi düşündüm. “Ah, çek ahtapot ellerini üzerimden. Sanırım ölüyorum. Şuradaki beyaz ışık mı?” Gülerek ve beni sinirlendireceğini bilerek sırtımdaki ellerini aşağı yukarı değişik şekilde hareketlerle gezdirdi. “Levent! Çek ellerini hemen. Şaka yapmıyorum şuan.” Normalde bir erkeğe bu kadar yakın olmazdım. Hatta babam sarılırken bile kötü hissederdim ama Levent’i yıllardır tanıyordum. O herhangi biri değildi. Çoğu zaman ona sarılarak ağladığım olurdu. Farklı bir ilişkimiz vardı, ben onun ablası o benim ağabeyim gibiydi. Ona yakınlaşması konusunda pek engel olamazdım ama fazla yakınlaşmaktan hoşlanmadığımı o da çok iyi biliyordu. “Sana çekil dedim.” diye ani bir hamleyle onu ittiğimde yedinci kattaydık. Hala yakınımda duran bedeninden rahatsız olarak ve ona hala sinirli olduğum için elimi göğsüne koyup asansörün diğer ucuna ittim. Her zamanki gibi abarttığımı düşünen tarafımı es geçerek ona sinirle bakmaya devam ettim. Belki o da başta sözde sinirlendiğimi düşünüp devam etmişti ama şuan ki halimi görüp şaşırmıştı.
“Ben… kusura bakma.”
Aslında abartanın ben olduğumu biliyordum ama bunu değiştiremiyordum. Bu bir hastalık gibiydi. Ondan ne kadar kurtulmak istesem de ruhumu huzursuz etmeye devam ediyordu. Titreyen ellerimi başıma götürdüm. Sinirlendiğimde ya da üzüldüğümde başım çatlayacak derece de ağrırdı. Gözlerimi kapatıp derin nefesler alırken kapı açıldı. “Yağmur?” Ağzından soru dolu çıkan ismimle gözlerimi açtım.

Kahretsin!

Ona bu krizlerimin tekrar başladığından bahsetmemiştim. Elim hala alnımdayken asansörden dışarı çıkıp kapının önünde bekledim. Sessizce kapıyı açtı ve girmem için yana çekildi. Bana bir süre baktıktan sonra seslice verdiği nefesle hala alnımda olan elimi indirdim.

“Kahve. Kahve ister misin?”

Kızgın mıydı? Belki. Kıstığı gözlerini normal haline getirirken başını salladı. O salona yürürken çantamı ve montumu portmantoya asıp mutfağa doğru ilerledim. Evi gerçekten çok büyük ve genişti. Evine hayrandım diyebilirdim. Bir bardak su doldurup mutfaktaki küçük masanın kenarına yaslanarak içtim. Biraz öncekine göre daha iyiydim. Bardağı kenara koyarak ısıtıcıyı çalıştırdım. Alt dolaptaki hazır kahvelerden iki tane çıkarıp tezgâhın üstüne koydum. Bu krizler lisenin başlarında başlayan ve birkaç yıl önce atlattığım bir şeydi. Aralarındaki benzerlik ise ikisinin de babam yüzünden ortaya çıkmasıydı. Kafamı su ısıtıcına çevirip kaynamadığını gördüğümde salona ilerledim. Geniş salona daha giremeden portmantoda olan montumun cebindeki telefonum çalmaya başladı. Oraya yöneldim ve cebimden telefonu çıkarıp kısa süre ekrana baktıktan sonra aramayı cevapladım. “Efendim.” Etrafta insan ve araba sesleri gelirken bir süre sessiz kaldı.

“Yunda. Beni duyuyor musun?”

Nefesini telefona üflemesinden oluşan cızırtıdan dolayı yüzümü buruşturdum. Ses gerçekten rahatsız ediciydi. “Resmi vermedi.” dediğinde neden bahsettiğini düşündüm. “Üzgünüm resmin yarın sergi de çıkacak.” Kafama dank eden gerçekle ilk önce şaşırdım ve sonra kaşlarımı çattım. “Ne demek vermedi? Nasıl alamadın ya! Benden bir şey isterken sakız gibi yapışıyorsun. Yapışsaydın ya alana kadar. Hay Allah’ım ya.” Elimi dizime sinirle vurduğumda Levent, salonun kapısından bana bakıyordu. Oflayarak yine aynı cızırtının çıkmasını sağladı. “Ne yapabilirim. Tehdit mi edecektim?” Levent’e sorun yok dercesine başımı salladığımda gitmek yerine yerinde durmaya devam etti. “Ver dedim, arkadaşım rahatsız oldu dedim. O da eğer resmi istiyorsa gelsin kendisi alsın dedi.” Elimi yüzüme götürüp gözlerimi kapattım. “Peki, ben bu çocuğa nasıl ulaşacağım.” Kısa bir süre boyunca cevap vermedi hatta telefonu kapattığını bile düşünmüştüm.

“Senin araman için bana numarasını verdi.” Aman ne güzel!

“Bana numarayı mesaj atabilir misin?”

“Atıyorum. Ne zaman geleceksin?”

“Dört gün buradayım. Yani pazartesi orada olurum.” dedim kapatmaya hazırlanırken.

“Görüşürüz.”

“Tamam.”

Telefonu kapatıp mutfağa ilerledim. Levent arkamdaydı. “Kiminle konuştun?”
Dolaptan iki kupa bardağı çıkarıp kahveleri içine boşattım. Şimdi o çocuğu arayıp ne söyleyebilirdim ki. ‘Affedersin. Fotoğraf makineni kırdım ve resmimi hemen kaldır.’

‘Çok naziksin, Yağmur.’

“Yurttaki oda arkadaşım. Ufak bir sorun vardı da hallolmamış ona sinirim bozuldu. Hem sen niye ayaktasın içeri geç ya da yatağına gir.” diyerek konuyu değiştirmeye çalıştım ve işe yaramıştı. “Oda da sıkılırım şimdi. Hem sende varsın.” Bardağı ona uzatıp solana doğru ilerledim. İçeri girdiğinde koltuğa uzandı. Böyle durmasından rahatsız olarak bardağı ortadaki masanın üstüne koyup odasına gittim. Dolaptan pike ve yatağından yastığını alıp tekrar solana girdim. Elimdeki yastığı göstererek gülümsedim. Yastığı arkasındaki küçük yastıkla değiştirdim. “Bu daha rahat, bacaklarını da uzat.” Dizlerinin aşağısından tutup uzanmasına yardım ettim.

“Bak beni böyle alıştırıyorsun sonra çok arıyorum bak.” Seslice gülümseyerek pikeyi karnının üzerine kadar örttüm.

“Bunu sana ilk yapışım değil. Hem istediğin kadar alışabilirsin.” Gülümseyip olduğu yerde biraz daha yayıldı. “O zaman şu kumandayı da uzatıver. Ha birde buzdolabında hiç yemek yok, kirlide eşyalarda var.” dediğinde abartılı bir şekilde kaşlarımı çatıp ellerimi belime yerleştirdim. “Abartma istersen Levent. Şansını zorlama yani.” Güldüğünde ben de gülüp saçlarını karıştırdım. Bizi bir araya getiren her şeye ve herkese rağmen olan, kimsesizliğimizdi. O sorumsuz üvey anne-babasıyla büyümüş. Ben ise kendi öz ailemde üvey gibi yaşamıştım. Masanın üstünde duran kahvesini eline verdikten sonra yerime geçtim. Oturuşunu biraz düzeltip ciddi bir ifadeyle bana baktığında ,işte geliyor, diye içimden geçirdim.

“Krizlerin tekrar ne zaman başladı ve benim bundan niye haberim yok?”

Bardağı elimde birkaç tur döndürüp bakışlarımı kaçırdım. Söylemediğim için suçlu hissediyordum. Söylememiştim çünkü tedavi lafını duymak istemiyordum. Hasta değildim ki ben. Sadece sinirimi kontrol etmekte zorlanıyordum. “Birkaç aydır.” değip başımı kaldırdım ve ona baktım. “Önemsiz diye düşündüm. Bir iki defa oldu zaten ciddi bir şekilde ama bunlarda daha farklı hissediyorum.” Bardağını uzanıp masaya koydu. “Kendine zarar verdin mi peki?” Afallayarak ona ‘ciddi misin’ bakışı attım. “H-hayır, tabi ki de. Eskisi gibi değil dedim. Hem sadece birkaç defa oldu.” Yüzümü inceleyip doğru söyleyip söylemediğimi kontrol etmek ister gibi her hareketimi inceledi. Her şeyimi bilebilirdi ama yalan söylediğimi anlayamazdı. Çünkü çok iyi bir yalancıydım. Çoğu zaman bunun için benimle uğraşırdı. Bu kadar usta olmamın nedeni ise ailemden sürekli bir şeyler saklayıp durmamdı sanırım. Her zaman kendimi yalan söylemek ve duygularımı belli etmemek için geliştirmiştim. Beni yakından tanımayan çoğu insan bu yüzden bana yakın durmazlardı. Duygularımın olmadığını ve bana güvenilmeyeceğini söylerlerdi. Aslında duyguların yok olması diye bir şey yok ya da duygularını öldürmek diye. Bunlar sadece dışarıdan bakan insanların uydurduğu bir şeydir. Duygusuz insan yoktur. Duygularını saklayabilen ve duygularını kullanmak istemeyen insanlar vardır. Bu anda devreye mantık girer. Duygular insanın yanlış yönlenmesini ve hata yapmasını sağlar. Mantık ise insanların yaptığı aptal kararlar vermenize izin vermez ve sizi güçlü yapar ama çoğu insan ise duygularını dinleyip hayatlarının en büyük aptallıklarını yaparak üzülmeye mahkûmdurlar.

“Krizlerini tetikleyen şey neydi?” derin bir nefes verip kahvemden bir yudum aldım. Sormaması ve ısrar etmemesi için gözlerinin içine baktım. “Peki, sen bilirsin. Nasıl olsa anlatırsın.” Onu sevmemin nedenlerinden biride buydu. Asla istemediğim bir şeye beni zorlamaması. Eğer kızlar olsaydı öğrenene kadar beni rahat bırakmazlar ve sıkarlardı. “Teşekkür ederim.” deyip minnetle gülümsedim.

Kızları düşünürken aklıma Yunda gelmişti. Telefonum girişteydi. “Hemen geliyorum. Bir konuşma yapmam gerek.” Bardağımla beraber salondan çıkıp telefonuma ulaştım. Numara gelmişti. Bir iki dakika arayıp aramamak arasında kaldım ama sonuçta çocuk resmen intikam alıyordu. Belki küçük bir özür dileyebilirdim. Numarayı çevirip boş odaya doğru ilerledim. Burası evin neredeyse en aydınlık yeriydi. Yerdeki oturmak için olan minderlerden başka hiçbir şey yoktu ve bu odanın bu kadar sessiz ve ferah olması beni her zaman mutlu etmişti. Levent hala o buluşmalara her zaman olmasa da katılıyordu ve bazıları kendi evinde, burada oluyordu.

Telefon dört defa çaldı ama açan yoktu. Altıncı ‘bip’ sesini duyduğumda kapatmak için telefonu kulağımdan uzaklaştırmıştım ama “Alo” diyen sesle tekrar telefonu kulağıma koydum. Ne konuşacağımı bilmiyordum.

“Alo. Ben şey, ben Yağmur Arslan. Yarın ki sergi de resmini kullandığın kız.” Cevap vermesi için bekledim. Başka bir erkek sesi daha vardı ama tam olarak ne konuştuklarını anlamıyordum. Daha çok tartışıyorlar gibiydi. Kaşlarımı çatıp seslice nefesimi dışarıya bıraktım.

“Alo?”

“Ah! Evet, seni tanıyorum.” Bekledim. Bekledim ve bekledim.

“Bu kadar mı? Beni tanıyorsun?” Derin bir nefes alıp dudaklarımı yaladıktan sonra devam ettim. “ Her neyse bugün arkadaşım senin yanına gelmişti. Bak, kusura bakma tamam mı? Fotoğraf makineni isteyerek kırmadım. Yani tek amacım yaptığın şeyi engellemekti.”

“Yaptığın şey resimlerimi silmekti.”

“Hayır!” diye itiraz ettim. “Resmimi silmekti. Bana ait olan resmimi!” diyerek resim kısımlarına vurgu yaptım. Elimdeki bardağı yere bırakıp geniş cama yaklaştım.
“Bak o resmi sergide yayınlayamazsın. Benim iznim bile yok.”

“Olabilir.” Gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalıştım. “Tamam.” Dedim telefona karşı. İçimden ise ‘Tamam, Allah’ın cezası tamam.’ diyerek söylediğimi onayladım. “Sergide yayınlamamak için ne istiyorsun.” Bir süre boyunca yine sessiz kaldı. Boştaki elimi belime koyup gözlerimi kısarak manzaraya baktım. Boğazını temizlediğinde ise dikkatimi ona verdim.

“Sadece bir randevu.”

‘Ne!’
***
Ygs sınavı yaklaştı ve artık uzun bir süre bölüm yazamayacağım maalesef. Görüşürüz benim birtanecik okurlarım. Kendinize iyi bakın.
Sema


Devamını oku »

Sema Özdemir ' in Hikayelerinden (Romantik) 2. Bölüm ^^



ROMANTİK-2 Bölüm
Sema Özdemir

“Bunu sana ödetmezsem benim adım da Yağmur değil."

Söylene söylene indiğim merdivenlerden serginin yapılacağı yere gitmek için hızlandım. İnsanların sinirlendiğim şeyleri tekrar etmesi beni delirtiyordu. Bu konu ne kadar normal dursa da ben hayır dediğim bir şeyin tekrarlanmasından nefret edip çileden çıkabiliyordum. Tabi bu konuya göre değişiyordu ama eğer biri bana bunu tekrar ettirirse kalbini kırmaktan bir an bile şüphe etmezdim. "O sergiyi başına yıkayım da görsün gününü gerizekalı herif."

Kolumdan biri tutup beni durdurduğunda sinirle arkama döndüm. Yunda şaşırmış bakışlarıyla yüzümü inceledikten sonra "Senin neyin var böyle. O kadar seslendim duymadın." dedi. Elimdeki broşürü hızla ona uzattım. Anlamayan bakışlarını tekrar bana diktiğinde sinirle "Aç!" deyip ellerimi göğsümün altında bağladım. Yavaşça sayfalarını gezerken rahat davranmasına sinirlenip ellerimi çözdüm ve fotoğrafımın olduğu sayfayı açtım. "Bu bahsettiğin fotoğraf mı? Gerçekten çok... farklı gözüküyorsun. " deyip gülümsedi. Hışımla elindeki broşürü çektim.

"Sen benimle dalga falan mı geçiyorsun? Çocuk fotoğrafımı izinsiz kullanıyor sen de çok güzel diyorsun ama ben ona yapacağımı biliyorum. Şimdi gidip o sergiyi onun başına yıkayım da görsün." Tekrar ilerlemeye çalıştığımda Yunda'dan bir şaşırma nidâsı yükseldi ve kolumu tutup beni engelledi. Ben biraz önce ne dedim.

"Kızım sen mafya mısın? Saçma saçma konuşmayı kes de azıcık mantıklı düşün. Gider doğru düzgün konuşuruz alırız fotoğrafını, makinesini kırdığın için yapmıştır. Hatta sen dur. Belki sana kızgın falandır, hem belki resmin kopyası falanda vardır. Gider düzgünce konuşurum alırım."

Bir süre ona bakıp düşündüm. Sonra bunun saçma olacağını söyleyeceğim an telefonumun tanıdık melodisi beni durdurdu. Çantamdan çıkardığım telefonu çevirip arayana baktım. Levent? Normalde morali bozuk ya da başı belada olmadıkça beni aramazdı. Bizimkisi çıkar ilişkisiydi. Genelde ben de kötü olduğum zamanlar onu arar benimle konuşmasını isterdim. Levent benim belki de tek samimi olduğum erkek arkadaşımdı. Ona yine de güvenmezdim ama o bunu pek sorun etmiyordu. Düşüncelerimi bilir ve saygı duyardı. Neredeyse beş yıldır tanıyordum onu. Evlerde toplandığımız basit bir sohbette karşılaşmıştık. Sohbetlerde genellikle sorunlu kişiler sorunlarını tanımadıkları insanlara anlatırlar ve bu onları rahatlatırdı. Çünkü bazen en yakınlarınıza söyleyemediklerinizi yabancı birine anlatmak kolay gelirdi ve bazen de o yabancı sizi en yakınlarınızdan daha iyi anlardı. Bunlardan haberim olduğunda bu şekilde düşündüğüm için bir kaç kişiyi araya sokarak zor da olsa bir sohbete katılmıştım. Büyük iki katlı eve girerken aslında yaptığımın aptallık olduğunu ve ne kadar anlatsamda kimsenin beni anlamayacağını düşünmüştüm. Fakat o gün benim gibi yeni gelen biri daha vardı. Levent. Kaşındaki piercingi, soğuk ve 'ben tehlikeliyim' imajını veren bakışlarını daire olduğumuz kalabalıkta tam bana dikmiş gözlerini kısarak beni izlemişti. Tüm vücudum yaşadığı gerilimle titrerken bir an sonra insanlara olan 'benden uzak dur' bakışımı atarak bakışlarımı ona diktiğimde bir kaç dakika sonra pes edip hafif gülerek gözlerini benden ayırmıştı. O gün aslında birbirimize ne kadar benzediğimizi düşünmüştüm.

Düşüncelerimi ve oluşan senaryoları bir kenara bırakıp telefonu cevapladım.

"Alo." deyip beklediğim sırada arkadan gelen yoğun gürültü, anons edilen bir adam sesiyle kaşlarımı çattım. "Levent, ne oluyor?"

"Yağmur Hanım?" İnce ses beni endişelendirmeye başlarken karşımda bana merakla gözlerini dikmiş Yunda'dan uzaklaştım. "Evet. O, iyi mi?" Soğuktan çatlamış dudağımın kenarındaki kabukla oynarken diğer elimi ters bir şekilde belime koydum. "Durumu şuan iyi. Bir olaya karışmış ve geldiğinde durumu kötüydü. Hastaneye iki gün önce geldi. Uyandığımızda ise yakını olarak sizin adınızı verince bende sizi aradım." Belimdeki elimi alnıma götürdüm. Alnımı yavaşça ovup kısaca biraz gerideki Yunda'ya baktım. Bir bu eksikti. "Hangi hastane?" "Beykoz Devlet Hastanesi."

Yunda'nın yanına geri dönerken yarın dersim olmadığı için şükrettim. "Peki teşekkürler. Hastaneye en yakın zamanda gelmeye çalışacağım." Telefonu kapatıp çantaya koyduktan sonra Yunda'ya baktım. "Tamam, sen sergiye git. Benim zaten İstanbul'da işim çıktı. Hemen gitmek zorundayım." Ellerimi omuzlarına koyup bastırdım. "Göster ona gününü!" deyip gülümsedim. "Bir sorun yok değil mi? Buradan İstanbul'a gittiğine göre." Bu kızın her zaman meraklı yapısı vardı. Alo! Meraklılardan nefret ettiğimi söylemiş miydim? "Önemli değil, şimdi gitmem lazım."

Zamandan tasarruf için taksiye binip yurda gittim. Bir de yurt müdüründen izin almak vardı. Geçen hafta da izin almıştım zaten. Ne yalan söylesem diye düşünürken benim en zayıf noktamı kullandım. Annem fenalaşmış acil gitmem gerek! ,yalanı ilk kullandığım bir şey değildi. Hızlı bir şekilde açıklama yapıp izin aldıktan sonra odama geçtim. Küçük bir bavul hazırlayıp kilitli dolabımdaki en altta bulunan kazaklarımım içindeki kutuyu aldım. Bu sırada birkaç defa Levent'i geri arasamda tüm aramalarım cevapsız kaldı. Tüm nakit parayı yanıma aldıktan sonra yurttan ayrılıp havaalanına gittim.

Bir kaç saatlik beklemeyle kalkan uçak İstanbul'a indiğinde vakit kaybetmeden eşyalarımla durumunu öğrenmek için hastaneye geçtim. Danışma da iki görevli vardı. Biri yanımdaki yaşlı adamla ilgilenirken diğeri telefonuyla konuşuyordu. "Ay, sorma ya. Ne rezillik." Sinirli bakışlarımı ona dikerken rahatsız olup yan döndü. "Bu akşam mutlaka bu konuyu konuşmalıyız." Elimi hızla vurduğumda irkilerek bana döndü. "İlgilenmeyi düşünüyor musun? Yoksa burada dedikodu yapman için mi para alıyorsun." Yüzü bir an afallasa da sinirli bir hâl aldı. Pişkin! "Evet, size nasıl yardımcı olabilirim." Olay çıkarmamak için derin nefesler alıp verdim. "Levent Tektay. Durumu nasıl." Bilgisayarda bir kaç dakika bir şeyleri karıştırdıktan sonra bana döndü. "Birkaç saat önce normal odaya alındı. Oda numarası 287." Başımla onaylayıp gidecekken tekrar kadına döndüm. "Kaçıncı kat." "Dört!" Tekrar kadının yüzüne bakmadan elimdeki bavulla asansöre binerek dördüncü kata çıktım. 287 numaralı odayı bulup direk içeriye girdiğimde Levent yatakta arkası bana dönük bir şekilde t-shirtünü üzerine geçiriyordu. "Levent?" diyerek içeriye ilerlediğimde arkasını dönüp bana baktı. "Hey, senin burada ne işin var?" Bavulu yere bırakıp karşısındaki sandalyeye oturdum. "Hastaneden biri aradı ve senin burada olduğunu söyledi. Hem sen neden ayaklandın. Bana bir kaç saat önce uyandığını söylediler." Alaycı bir şekilde gülümseyip yatağın ucundaki ceketi eline aldı. "Sen de Antalya'dan buraya beni merak edip geldin?" Hafif tebessüm edip ellerimi yanlara koydum. "Sen de aynısını yapardın." Sağ kaşındaki şişlik neredeyse gözünü kapatıyordu. "Hastane beni çok bunaltıyor. Bu yoğun hava hasta olmayan insanı bile hasta olduğunu düşündürür. Evde dursam eminim kendimi daha çabuk toparlarım." Başımı olumlu anlamda salladım. Onu ikna etmeye falan çalışmayacaktım. Durmak istemiyorsa kendi bilirdi. Dudağında ve elmacık kemiğinin üstüne doğru hafif morarmış ufak şişlikler vardı. Soğuk havaya rağmen giydiği tişörtünün altında omzundan aşağı inen dövmesinin ucunda da bir sargı vardı. Gözlerimi gözlerine çevirdiğimde ne yaptığımı bilen bakışlarına yakalandığımda gerilen ortamla nefesimi tuttum. "Ne oldu sana? Bana kimin yaptığını söyleyecek misin?" Omuz silkip ayağa kalktı. "Önemli değil bir kaç sokak serserisiyle tartıştım ama hesaplamadığım şey benden fazla olmaları ve elleri gerçekten ağırmış. Sanırım bir süre piercingimi kullanamayacağım." deyip elini kaşına götürdü gülerek. Elini bana uzattığında gülümseyerek tuttum. Çekerek beni ayağa kaldırdı. Elimi kaşına götürüp sargının üzerinden bilerek yaraya bastırdım. Eliyle beni diğer tarafına ittirirken kısık sesle inledi. " Ne yapıyorsun? Bunu sakın bir daha yapma." Derin nefes alıp verdim ve ellerimi önümde birleştirdim. "Durup dururken sokak serserilerine bulaşacak biri değilsin. Gerçekleri duymak istiyorum." Çenesini oynatıp bir şeyler mırıldandı ve gözlerini kısarak bana baktı. Soğuk savaşımız devam ederken kapı bir kere tıklanarak açıldı. Benim boylarımda mavi gözlü bir kız içeri girdi ve ikimize baktı. "Şey kusura bakmayın. Ben, Levent'e teşekkür etmeye geldim." deyip Levent'e döndü. Mahcup bir ifadeyle gülümseyip parmaklarını birbirine doladı. "Teşekkürler yaptıkların için. Sen olmasan orada ne yapardım bilmiyorum." Levent sakladığı şey ortaya çıkmış gibi elini yüzüne görüp aşağı doğru çekiştirdi. Tek kaşımı kaldırmış sinsice ona bakarken bakışlarımı yakalayıp elini tehdit dolu bir şekilde salladı. "Sakın! Sakın ağzını açayım deme."

###########

YUNDA~

İleride resimleri yerleştiren kıza yöneldim. "Pardon ben bu resmi çeken çocuğu arıyorum." Elimdeki broşürü açıp Yağmur'un resmini gösterdim. Kız beni baştan ayağa süzdükten sonra gülümsedi. "Bora! Bir kız seni soruyor." Tatlı bir şekilde bana yardım eden kıza gülümsedikten sonra ayak seslerinin geldiği koridora yöneldim. Vay canına! Bu... bu çocuk gerçekten yakışıklıydı. Beni gören yüzü düz bir hal alırken adımlarını yavaşlatıp yanıma geldi. "Buyrun?"

~~~~~~

BORA~

Karşımda bana merakla yeşil gözlerini dikmiş kız aradığım kahverengilere hiçte benzemiyordu. Bu kız sürekli onun yanında dolaşan kızdı. Etrafıma bakınıp onun resmini falan aradığını düşündüm ama ortalıkta yoktu. "Buyrun?" Şaşkın yüz ifadesini değiştirip gülümsedi. "Selam. Ben çektiğin bir resim hakkında konuşmaya geldim."

Elinde tuttuğu broşürü açıp Yağmur'un resmini bana gösterdi. "Ben resmini çektiğin bu kızın, yani Yağmur'un arkadaşıyım. Adım Yunda." Ellerimi önümde birleştirip yüksek masaya sırtımı yasladım. Bana tuhaf tuhaf bakmaya devam ederken içimde biriken bir sürü sorunun yüzüme yansıdığını hissediyordum ve aniden dudaklarımdan sitemle "O niye gelmedi de seni yolladı?" sorusu yükseldi. Bunu yapmamın nedeni zaten onunla az da olsa biraz konuşmak ve yakınlaşmaktı. Yaptığım planlarda cabası. Bakışları değişip bu sefer o sorgulayıcı bir şekilde tek kaşını kadırıp bana baktı. Meraklı bakışlarıyla beni baştan sona inceledikten sonra gözlerini gözlerime çevirdi. "Şey, onun bir işi çıktı ama bunun bir önemi yok. Arkadaşım resminin paylaşılmasından rahatsız ve kaldırmanı istiyor. Ben de seninle bu konuda konuşmaya geldim." Bu kızın derdi neydi acaba? Ne demek kendi gelmedi! Ben sırf onu görmek için yollamıştım o broşürü. Hatta resmi sergiye binbir zorlukla koydurtmam hep bunun içindi. Dudaklarımı yalayıp bir an düşündüm. Resmi arkadaşına verirsem her şey boşa gider ve bir daha elime böyle bir fırsat geçmezdi. Onun resmi benden alması gerekiyordu. "Bak ne diyeceğim. Arkadaşına söyle resmi istiyorsa gelsin kendisi alsın." dediğimde gözlerini kocama açarak hızla "O buraya gelemez." dedi. "Neden?" diye gözlerimi hafif kısıp yüzüne diktim. Çantasının kenarıyla oynamaya başladığında bir yalan sezsemde sessiz kaldım. "Şuan şehir dışında. Yarında geleceğini sanmıyorum. Lütfen resmi verde gideyim." Gerçek miydi? Daha sabah dolaptan bröşürü alıp bakarken görmüştüm onu ama gelmemek için bir bahane olma ihtimalini de es geçemezdim. Bir an sonra aklıma başka bir fikir geldi. Arka cebimden çıkardığım kelemle numarayı vermek için kağıt aradım. Arkamdaki masada duran kağıtlardan birini alıp numaramı yazdım. Karşımdaki adını unuttuğum kıza kağıdı uzatırken doğal görünmeye çalıştım. "Resim ben de kalıyor. Bu numaram. Eğer resmini istiyorsa beni arasın ve kendisi gelsin alsın." Cevap vermesini beklemeden odadan çıktım. Madem bu fırsatı yakaladım aylardır peşinde gezdiğim kızla artık tanışma vaktimiz gelmişti. Belki sonra daha fazlası olurdu ama şuan ilk adım ona yaklaşabilmekti. Sabah ona gönderdiğim broşürü gördüğünden beri umutluydum. Tüm gün beklememe rağmen onun gelmemesi yerine arkadaşını yollaması beni umutsuzluğa düşürmüştü. Merak ediyordum acaba neden gelmedi? Acaba erken mi davrandım, bir yanlış mı yaptım, yoksa onu sinirlendirdim mi? Tüm gün kendimi yiyip durdum ama o ne düşünüyor daha çok merak ediyordum.

#######

Selam arkadaşlar. Bora kısımında bana yardım eden (erkek) arkadaşıma çok teşekkür ederim. Biraz acemi olabilir. Büyük bir hevesle yazdığını söylemeliyim. Yorumlarınızla bizi mutlu edin. Yb de görüşmek dileğiyle...

Sema

Devamını oku »

Sema Özdemir ' in Hikayelerinden (Romantik) 1. Bölüm ^^



Romantik-1. Bölüm
Sema Özdemir

“Yağmur”

“Hıı?” diye söylenip kitabımı okumaya devam ettim. Hem de en heyecanlı yerindeydim. Katilin biraz sonra kim olacağını öğrenecektim. Kitap okumak başka bir dünyaya geçiş yapmak gibiydi. Tüm dertlerimi, üzüntülerimi unutup başka insanların hayatlarını keşfetmek biraz olsun her şeyi farklı kılıyordu.

“Kırmızı kazağımı gördün mü? Bugün hava çok soğuk olacakmış.”

Kafamı olumsuz anlamda sallayarak ona cevap verdim. Birkaç ses duyunca kısa bir an başımı kaldırıp ne yaptığına baktım. Kitaba eğdiğim başımı hızla tekrar Yunda'ya çevirdim.

“Hey dolabımı karıştırmamanı söylemedim mi sana?” Kitabı yatağın üzerine bırakıp hızla dolaba yöneldim ve aynı hızla dolabı çarparak kapattım.

“Sadece var mı diye bakıyordum.” diye alçak sesle konuştuğunda sertçe yüzüne baktım.

“Olsaydı söylerdim değil mi?” diye daha fazla sert konuştuğumda gözlerini kırpıştırdı. Ah hayır! “Şey, özür dilerim. Neyse sanırım yeşili giyeceğim.” diye mırıldanıp kendi dolabının yanına gidip dolaptan dediği gibi yeşil kazağını giydi. Odadan çıkana kadar onu izledikten sonra derin bir nefes verip karşıdaki sandalyeye oturdum. Neden ona kızdım ki? Ebru yüzünden dünden beri gergindim ve sürekli Yunda'ya bağırıp duruyordum. Yurtta tek kişilik hiç oda yoktu en az iki kişilik vardı ve bende yanında kalacağım kızın benden nefret edeceği konusunda emin olup rahatlarken Yunda herkesten farklı olduğumu ve bu yüzden beni çok sevdiğini söylemişti. Dolabı tekrar açıp kısaca göz gezdirdiğimde alt rafında görünen kırmızı kazağı elime alıp baktıktan sonra ister istemez dudaklarım titreyip gözlerim doldu. Neden bu kadar kırıcı olmak zorundaydım ki. Böyle biri olmaktan nefret ediyordum.

Yatağın üzerindeki kitabıma bakıp kazağı Yunda'nın yatağının üzerine koydum. Ne yapacaktım şimdi? Özür dilemezdim. Neden bir şey yapmak için düşünüyordum ki. Ben yıllarca insanlara bunu yapmadım mı? Amacım onun benden uzaklaşması değil miydi? Kitabımı yana koyup kulaklığımı takıp müzik dinlemeye başladım. Müziğin sesini sonuna kadar açıp gözlerimi huzura kapattım.

Bir gürültü yüksek ses müziğimi aşıp kulağıma geldiğinde gözlerimi araladım. Kulaklığımı çekip yatakta doğrulduğumda Yunda özür dilercesine bana baktı. Kulaklarım hala müzikten dolayı uğuldarken ona döndüm. Uyuyakalmış olmalıyım ki pencereden baktığımda hava kararmıştı. Yerdeki sandalyeyi düzeltip yatağına ilerledi. Yatağın üstündeki kazağı eline aldığında ayağa kalktım.

“Onu bulmuşsun?” diye sorarcasına bana baktığında odadaki banyoya ilerledim. “Evet.” diye uyku sersemiyle konuştuğumda yatağına oturdu. “Neredeymiş?” diye tekrar sorduğunda kapıyı açıp banyoya girdim. Bu asabiliğimden kurtulmak istiyordum. İnsanlarla düzgün iletişimim olsun istiyordum. Diğer herkes gibi mutlu görünmek değil de gerçekten mutlu olmak istiyordum.

Yüzümü yıkayıp odaya girdiğimde Yunda çoktan üstünü değiştirmişti. Üzerini düzelttikten sonra bana döndü. “Beni bekle, elimi yüzümü yıkayayım sonra beraber yemeğe ineriz.” Başımı olumlu anlamda sallayıp dolabıma yürüdüm. Yeni uyandığım için nedensizce üşüyordum. Hırkamı giydiğim sırada Yunda banyodan çıktı. Dışarı çıkarken kafamla işaret verdiğimde arkamdan geldi. Uyandığımda gergin ve sinirli olurdum. Hele ki bir nedenden dolayı uyandırılmışsam. Yemekhanede sıraya girdiğimizde etraftakilere göz gezdirdim. Çoğu sohbet ediyor, kahkalarla gülüp şakalaşıyorlardı. Ben bunları asla yapmazdım. Ben köşede sessizce yemeğini yiyen ve insanların dikkatini çekmek istemeyen biriydim. Yemeğimizi alıp karşılıklı oturduktan sonra sessizce yemeğe başladık.

“Yağmur?”

“Efendim.” deyip başımı hafifçe yukarı kaldırdım. Gözlerini etrafta dolaştırdıktan sonra gülümseyerek bana döndü. “Hani sen ev arıyordun ya, yurttan çıkmak için.” dediğinde olduğum yerde doğrulup dikkatimi ona verdim. “Eee.”

“İşte bize bir ev buldum.” Kaşığı tabağın kenarına koydum. Dirseklerimi masaya dayadıktan sonra ellerimi yukarıda birleştirdim. Tek kaşımı yukarı kaldırırken “Bize.” diye söylediği lafı tekrarladım. “Seninle birlikte bir eve geçeceğimi söylemedim.” Somurtup yemeğiyle oynamaya başladığında kısa bir süre onu izledim. Benden bir yaş küçüktü. Kalbi çok temizdi. Saf, her zaman iyiliği gören kötü düşünmeyen bir kızdı. Böyle kişileri katlanamıyordum. Çünkü böyle insanlar hep kandırılır ve başkaları tarafından zarar görürdü ve sonunda üzülen taraf olurlardı. Onların kolayca insanlara kanmaları beni delirtirdi ama şuan karşımda durup arada dudaklarını aralayarak bir şeyler mırıldanan kız peşimi bırakmıyordu, gülümsedim.

“Anlatmayacak mısın?” diyerek tebessüm ettiğimde uzun kirpiklerinin arasından bana baktı. “Neyi?” Elime kaşığı alıp ben de yemeğe devam ettim. “Şu evi. Nasıl buldun ve nerede?”

“Beraber mi kalacağız?” diye sorduğunda duraksadım.

‛Evet Yağmur. İlk önce kıza istemediğini imâ et. Şimdi de beraber kalma mesajı ver. Kız seni dengesiz sanacak.’

‘Değil misin?’ diye kendi kendime hesap sorarken kaşığımı bir kez daha bıraktım. “Evet ama bazı şartlarım var. Mesela eve asla erkek getiremezsin. Ben olmadığım zamanlarda belki ama ben evdeyken evimde erkek istemiyorum.”

Yunda bir kaç saniye duraksadıktan sonra başını olumlu anlamda salladı. “Senin şartların var mı, Yunda?” Tek kaşımı kaldırıp cevap vermesini beklerken parmağını dudağına götürüp kenardaki saçını çekti.

“Aslında şart değil biliyorsun ki ben ev işlerinden pek anlamam.” diye gözlerini kısıp mahcupça gülümsedi.

“Öğrenirsin.” diyerek sözünü keserek arkama yaslandım. Benim için sorun olmazdı çünkü annem çoğu zaman işte olduğu için ev işlerini okuldan gelince ben yapardım. Eve yorgun geliyor diye yemeği hazırlar onu beklerdim. Bazı geceler ise yemeği beş altı defa ısıtıp sonra beklemekten vazgeçip yattığım olurdu. Kafama dolan anılardan silkelenerek kendime geldim.

“Ne zaman görmeye gidiyoruz eve?” Gülümsemem onu da gülümsetirken yemeğime geri döndüm. “Yarın okul çıkışı uğrarız. Sen kaçta çıkıyorsun. Benim öğleden sonra dersim yok.” Kafamı olur anlamında salladım ve artık bitirmek üzere yemeğime yoğunlaştım.

###########

Evi görmeye gittikten sonra kiracıyla parayı da konuşup anlaşamayınca vazgeçtim. Çok pahallıydı ve vereceğimiz paraya hiç değmiyordu. Ev konusu da bir sonuca ulaşmayınca hüsranla üniversiteye gidip öğleden sonraki derse yetiştim. Yurt çok kalabalıktı ve o kalabalıkta bazen boğulacak gibi hissediyordum. Fazla insana gerçekten tahammülüm yoktu. Mesela dışarıda geziceksem akşamları gezerdim. Az insan çok huzur. Dersten erken çıktığımızda kampüse ilerledim. Kitabımı okuyacak bir yer bulmalıydım. Üç gündür deli gibi katilin kim olduğunu merak ediyordum. Bu taraf fazla kalabalık olunca sessiz bir yer aramak için yürümeye devam ettim. Daha önce gelmediğim bölgeyi tanımamayı umursamadan oradaki bir ağacın altına oturup kitabımı çıkardım. Artık katilin kim olduğunu öğreneceğim için gerçekten içten bir şekilde gülümsedim. Ağaca daha fazla yaslayıp kitabı yavaşça açtım. Bir kilp sesi kaşlarımı çatmama neden olurken sesin geldiği yere baktım. Kahverengi hırkalı yan tarafında kaba bir çantası bulunan ve makinesini bana doğrultmuş olan kumral çocukla göz göze geldim. Elindeki makineye bakıp tekrar gülümseyerek bana baktı.

“Çok güzel çıktın.” diye mırıldandığında sinirle kaşlarımı çatım. Bu çocuk kim olduğunu sanıyordu da fotoğrafımı çekiyordu.

“Fotoğrafımı çekmek için kimden izin aldın?” diye sert tonda konuştuğumda bir an afallayarak tekrar fotoğraf makinesine baktı.

“Şey, ben...”

“Onu hemen sil.” diye ayağa kalkıp ona doğru giderken bir adım geri gitti. Hala aptal gibi yüzüme bakması beni daha da sinirlendirirken hızlı birkaç adımda yanına vardım.

“Sağır mısın? Yoksa aptal mı?”

Elindeki makineyi çekiştirdiğimde bir anda silkinerek çekiştirdiğim makineyi kendine çekti. Tekrar kendime çektiğimde aynı hareketi tekrarlayıp kendine çekti.

“Bırak şunu. O fotoğrafı sileceğim.” diyerek kendime çektim.

“Bu makine bana ait. Resim de öyle.” dedikten sonra tekrar çekti. Fotoğraf makinesi bir an ellerimin arasından kayıp ona doğru savrulunca oda tutamayarak makine kafasının üstünden arkaya, yere düştü. Çakıldı. Gözlerim istemsizce kocaman olup elimi ağzıma götürdüğümde hızla arkasını dönüp fotoğraf makinesini eline aldı ve incelemeye başladı. Makinenin birkaç parçası yerde dururken makineyi tuttuğu eline de makineden birkaç parça döküldü. Yüzümü buruşturup biri var mı diye etrafa baktım. O makine çok pahallı bir şeye benziyordu ve büyük ihtimalle birazdan bir cinayet işlenebilirdi. Yavaşça geriye doğru yürüyüp fark ettirmeden kaçmak için ilk önce ona sonra geriye doğru baktım. Hızla arkama dönüp koşar adımlarla ilerlerken bana seslendi.

“Hey, dur!” Kafamı çevirip arkaya baktım. Önüme gelen saçlarımı arkaya atmaya çalışırken omuz silktim.

“Senin hatandı. Silmeme izin vermeliydin.” diye seslenip daha hızlı hareket edip oradan uzaklaştım. Bizim binanın bulunduğu yere doğru ilerlerken hala arkama bakıp gelip gelmediğini kontrol ediyordum. Binaya girip çantamı almak için dolabıma ilerledim. Sanırım bugünlük yurda geri dönecektim. Çantamı alırken aklıma kitabım geldi. Benim bir tanecik cinayet romanım! Onu nasıl unuturdum. Dudaklarımı bir birine bastırıp birkaç saniye durdum. O çocuktan niye korkmalıydım ki. Sonuçta onun hatasıydı ve bana da hiçbir şey yapamazdı. Neden bu kadar aksiyona bağladım ki zaten.

Geri dönüp kitabımı almak için ağaçlık alana doğru ilerledim. Dudaklarımı dişlerken o çocuk var mı diye etrafıma bakıyordum. Soğuktan her yıl mutlaka çatlardılar ve alışkanlık olarak her iki saniyede bir dudaklarımla oynardım. Oturduğum ağacın altına geldiğimde kitabımı bulamayarak kaşlarımı çattım. Ağacın etrafında iki kez döndükten sonra kafamı yukarıya kaldırıp dallarına baktım. Yoktu! Ellerimi belime koyup görüş açımı biraz genişlettim. Uzaklaşıp etrafındaki ağaçların altına da baktım ama yoktu. Ayağımı yere sinirle vurup saçımı karıştırdım.

“Kesin o aptal çocuk aldı kitabımı.”

#

“Ne yaptın? Çocuğun profesyonel fotoğraf makinesini mi kırdın? Sonra da kaçtın öyle mi?” diye hayretle bana bakan Yunda'ya sinirlenip ters ters bakmaya başladım.

“Gülmeye devam edersen şu elimde görmüş olduğun hukuk kitabını çok değerli yüzünde bulursun.” dediğimde gözlerini kocaman açarak gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.

Bir kaç dakika sonra sesini tekrar çıkardı.“Yakışıklı mıydı?”

“Yunda!” diye kızıp ayağa kalktığımda dikkatini bana verdi. Olayı ona anlattığıma beni pişman etmiş, geldiğimden beri sürekli sorular sorup durmuştu.

“Hadi ama söyle yakışıklı bir şey miydi?”

Kafamı pencereden ayrılmadan o görüntüyü tekrar gözümün önüne getirdim. Yakışıklı bir çocuktu aslında.

“İdare ederdi işte. Zaten fazla hatırlamıyorum ama aptal bir şey olduğu kesin. Çocuğa bir şey söylüyorum öküzün trene baktığı gibi bakıyordu.” deyip ileriye sabitleyip kocaman açtığım gözlerimle çocuğun taklitini yapmaya çalıştım. Yunda tekrar bir kahkaha atarken masaya oturup ders kitabımı elime aldım.

“Acaba tekrar karşılaşsanız ne olurdu?” Kafamı kitaptan kaldırıp sandalyenin kenarına kolumu atıp ona döndüm ve ciddi yüz ifademle baktım.

“Yunda, izin verirsen ders çalışacağım.”

“Tamam, sustum.” deyip eliyle dudaklarına fermuar yaptığında susmayacağını bilsemde derin bir nefes verip kitabıma geri döndüm.

#######

Bir hafta hızla geçmişti. Dersler yaklaşan finaller beni zorlamasın diye önceden çalışmaya başlamıştım. Koridordaki dolabıma ilerleyip kapağını açtım. Alt rafına defterimi koyup tekrar kapattığımda bir an duraksadım. Olabilir miydi? Hızla tekrar dolabını açtığında kaybettiğim kitap üst rafta duruyordu. Onu buraya koyanın dolap kapağını nereden açtığını merak ederken “Bu ne?” diye kendi kendime söylendim. Kitabı aralayıp arasındaki broşürü elime alıp inceledim. Bir resim sergisiydi, yarın şehir merkezinde bir kültür otölyesinde olacak bir sergi. “Bana ne bundan?” diye söylenirken bir an düşündüğüm şeyin gerçek olma ihtimaliyle panik içinde sayfaları gezdim. Tam rahatlayıp kendime gelecekken sondaki sayfayı açtım. Elimde kitap elimde gülümserken çekilen fotoğrafa şoka uğramışcasına baktım. Nasıl olur? Onun makinesi bozuldu. Resmin altındaki yapışkanlı not dikkatimi çekerken dolaba yaslandım.

“Benden kaçabileceğini mi sandın? Makinemi kırmanın bedeli ve çok güzeldi onu sergiye koymadan duramadım.”

Notu elimde buruşturup tekrar resme odaklandım. Altında resmin adı yazıyordu.

‘Gönülçelen.’




Devamını oku »

Sema Özdemir ' in Hikayelerinden (Romantik) Tanıtım 2 ^^



Kitap okuyor. Bu kız yazmaktan ve okumaktan başka bir şey yapmıyor mu?

"Oğlum bırak sürekli kıza bakmayı! Yakında seni sapık ilan edecek." Ayaklarımı biraz daha yayıp sandalyede yayıldım. Ellerimi karnımın üzerinde birleştirip kısa bir süre bakışlarımı çektim. "Beni fark etseydi belki hakkımda bir varsayım yapabilirdi. Ki şuan buna bile razıyım ama o beni ne görüyor, ne de umursuyor." Bakışlarımı tekrar ona çevirdiğimde yanına bir iki kişi gelip oturdu. Erkek olan bir tanesi sandalyeyi dibine kadar çekerken kız olan diğer yanında masaya yaslanarak durdu. Diğer erkek karşısına oturmuştu. Bununla birkaç defa daha karşılaşmıştım. Dersleri çok iyi olduğu için çoğu kişi notlarını almak için para bile teklif ediyordu. Erkek elini omzuna koyduğunda yerimde doğruldum. O ise sâkin bir şekilde sandalyesini yana kaydırıp ona dönerek bir şeyler söyledi. Çocuğun sırıtan yüzü bir anda bozulurken hafif tebessüm ettim. İşte benim kızım. Şimdi kov onu yanından! Kolunu çekip afallamış bir ifadeyle beklerken Yağmur ona birkaç şey daha söyledi. Ortamdaki gerilimi ben bile fark etmiştim. Karşısındaki çocuk ve kız birbirlerine bakıp masadan uzaklaşırken yan tarafındaki çocuk kulağına yaklaşıp bir şeyler söyledi ve masadan uzaklaştı. Masadan kalkıp o çocuğun yayına gidip ağzını burnunu kıracakken Okan kolumu tutup beni engelledi. "Saçma bir şeye kalkışma! Sana ne, derse ne yapacaksın? İlk önce kızın kendine ait olduğunu göster. Tabi kıza açılabilirsen..." Sinirle ona baktığımda omuz silkip elini kolumdan çekip sandalyesine yaslandı. Yanımızdan geçen kız dikkatimi dağıtırken Yağmur'un yanına oturdu. Heyecanla ona bir şeyler anlatırken Yağmur kitabını okumaya devam ederek hiç istifini bozmadığından kız rahatsız olarak kitabın içine doğru el salladı. Gülümsedi. Ondan bu kadar çok hoşlanmam normal mi? Kitabını kapatıp yanındaki kıza döndü. "Bu kara sevdaya tutulmuş. Şunun tipine baksanıza mal mal sırıtıyor."

"Hey, aramıza dön Bora!"

"Gülüşü çok güzel değil mi?" diye söylendim. Gözümü alan flaş ve kahkahalar kafeteryayı kaplarken kafamı öne eğdim. "Lanet olsun! Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz?" Onun görme ve rezil olma riskine karşın Okan'ın arkasına doğru eğildim. "Bakıyor mu?"

"Buraya doğru geliyor." Bedenimi saran telaş ve heyecanla neredeyse kenarında oturduğum sandalyeden düşüyordum. Tekrar masada kahkahalar yükselirken kafamı kaldırıp o tarafa baktım ama yoktu. Elimi yumruk yaparak masaya geçirdiğimde herkes sustu. Saatime baktığımda Yağmur'un on dakika sonra derse gireceğini hatırladım. "Siktirin ya." Masanın üstündeki fotoğraf makinasını alıp sandalyeyi geriye çektim. "Nasıl arkadaşsınız siz."

Kafeteryanın dışına çıktığımda Okan da arkamdan geldi. "Bora ne takıyorsun ya. Biraz eğlenelim dedik." Durmadığımı görünce önüme geçip beni durdurdu. "Bak seni daha önce böyle görmemiştim. O yüzden yani daha doğrusu ne söylemem gerektiğini bilmiyorum. Sonuçta kızdan ciddi anlamda hoşlandığını söylüyorsun." Gergin duran bedenimi gevşetip fotoğraf makinamın ipini elime doladım. "Beni dinle, o bir ihtiyaç gibi. Başka bir kız görünce onu düşünmekten kendimi alamıyorum. Şuan derse girmiş midir, onu bile merak ediyorum. Bu konunun alaya alınması hoşuma gitmiyor. Ben zayıf düştüm hem de bir kıza. Beni tanımayan, soğuk bakışları olan ve erkeklerle bilmediğim bir sorunu olan bir kıza karşı zayıfım. Beni anlamıyorsan bile saygı göster." Uzun konuşmamdan etkilenmişe benziyordu ki anlayışla başını salladı. "Peki bu kızla nasıl tanışmayı düşünüyorsun." Hukuk bölümünün oraya doğru bakıp iç çektim. "İşte sorun tam olarak burada başlıyor."




Devamını oku »

Sema Özdemir ' in Hikayelerinden (Romantik) Tanıtım 1 ^^




ROMANTİK~
Sahil boyunca kahkaha atarak ilerledik. Ebru ve Hazal alkolün etkisiyle sağa sola sallanarak ilerliyorlardı. Ben Ebru’yu tutarken Elif, Hazal’ın kolunun altına girmişti. Elif’e ilerideki bankı işaret edip oraya ilerledik.
Ebru;
“Yıldızlar ne kadar güzel.” diye söylendiğinde Hazal da kafasını kaldırıp yukarı baktı.
“Hareket etmeselerdi sevebilirdim.” Hazall ve Ebru tekrar gülmeye başladığında Elif ile birbirimize bakıp gülümsedik.
İlerleyip denize yaklaştığımda Elif de arkamdan geldi.
“Ne düşünüyorsun.” diyerek elini omzuma koydu. Onlar arasında en iyi anlaştığım oydu. En çok sırrımı bilen, bana en yakın olan.
“Yarın gidiyorum.” Başını usulca sallayıp köprü ışıklarını izlemeye başladı.
“Anneni görmeye gittin mi?” dediğinde derin bir nefes alıp denize baktım ve sadece başımı sallayarak onayladım.
“Yarında gidecek misin? Yani gitmeden.”
“Bilmiyorum, zaten gitsem ne faydası var ki. Beni tanımayacak sonuçta. Her seferinde umutla gidiyorum, belki beni hatırlar, kızım, diye sarılır diye ama olmuyor. Eskiden bana sevgiyle bakan gözleri şimdi de bomboş bakıyor. Buna katlanmak çok zor.”
Gözümden düşen bir damlayı silerken arkadan boynuma sarıldı.
“Şışşt! Yapma ama.”
Gülümsemeye çalışıp ona döndüm. “İyiyim merak etme. Unuttun mu? Ben hayatında gördüğün en umursamaz kızım. Sadece biraz canım acıyor o kadar.”
Gülümsediğinde daha çok gülümsedim. Güçlü görünmek çoğu zaman zordu ama onlara sorarsak ben çok güçlüydüm. Hatta güçlü olmaktan çok umursamayan kişiydim. Etrafımdaki insanları bununla kandırmaya çalışırken gerçektende umursamaz birine dönüştüm ama hiçbir zaman bunu inkâr etmedim. Arkadakiler susmuş bize bakarken sorun yok dercesine omuzlarımı silktim.
“Bir taksi çağıralım da şunlar sızmadan eve gidelim.”
##############
Ebru’dan sonra Hazal’la ilgilendikten sonra mutfağa ilerledim. Balkona çıktığımda Elif’in elindeki sigaraya baktım ve kaşlarımı çattım.
“Çikolatalı mı, naneli mi?”
“Naneli, buzdolabının üzerinde.”
Geri dönüp buzdolabının üzerindeki paketi alıp balkona geri döndüm. Aslında içen biri değildim ama bu akşama özel olsun diye bir tane içecektim. Yere oturdum ve evin duvarına yaslanırken sigarayı yaktım. Elif de gelip yanıma oturdu. Bir süre sonra Ebru da yanımıza geldi.
“Niye seslenmiyorsunuz. Bana da verin.” Paketi ona fırlattığımda karşımıza oturup yaktı. Daha yarısındayken söndürüp son dumanı yavaşça bıraktım. Sevmiyordum ama rahatlatıyordu. Bunu inkâr edemezdim. Başımı Elif’in kucağına koyduktan sonra gökyüzünü izlemeye başladım. Görüş alanıma giren Hazal yüzünü buruşturup bize baktı.
“Of, siz yine mi içiyorsunuz şunu. İğrenç ya.”
“Alkol çok sağlıklı değil mi?” diyip gülümsedim.
“Alkol sigara kadar kötü değil. Hem bunun kokusuna dayanamıyorum. Hem erkeklerde sigara içen kızları itici bulur.”
Kafamı hafif kaldırıp ona baktıktan sonra gözlerimi devirip geri yattım.
“Çokta umurumda.” diye mırıldandığımda diğerleri hafifçe güldüler.
“Canım sen feminist olabilirsin ama onların sevgilileri var ve eminim sigara içtiklerini duysalar iyi bir kavga çıkar.”
“O boş beyinler kendileri içince bir halt sanıyorlar ama kızlar içince itici. Sana bir şey söyleyeyim mi? Erkeklerin hepsi aynı. Sadece kendilerini düşünürler, onların derdi olduğunda kederlenip istediklerini yapabilirler ama biz evde oturup kendimizi depresyona sokalım değil mi?”
“Boş beyin mi? Hepsine aynı şeyi söyleyemezsin.”
Tek kaşımı kaldırıp gözlerimi ona diktim.
“Sen ciddi misin? O kadar lafın arasında buna mı taktın ve merak ettiğin buysa evet! Yüzde doksanı belden aşağı düşünüyor. Beyinlerini kullanma ihtiyacı hissetmiyorlar.” Elif gülerek bana katılırken Hazal homurdanıp yerinde kıpırdandı.
“Pis feminist.” diye mırıldanıp gözlerini kıstı.
“Yağmur haklı, Hazal bu bir dünya kanunu.”
“Sen de mi Elif? Bir de sevgilin var.”
“Elif’e mi diyorsun? Tatlım onda bir tanesi bitse diğeri başlar.” Diye konuştuğumda Elif’in ağzında sigara olduğu için dizimi oymakla yetindi.
“Hey, yavaş olsana.”
Hazal,
“Her neyse sevmiyorum işte.” diye mırıldandığında Ebru sinir olacağını bilse de dumanı onun yüzüne doğru üfledi. Hazal hızla ayağa kalkıp sinirle Ebru’ya baktı.
“Ebru! Ne yapıyorsun ya sen?
İçeriye girdiğinde hep beraber kahkahalarla güldük. Gerçekten sigaraya katlanamıyordu. Büyük ihtimalle ya güzel yüzünü yıkayacak ya da banyo yapacaktı.
“Sinirlendirmesene şu kızı.” diye araya girdiğimde gülümseyerek omuz silkti ve sigaradan son bir nefes çekti.
“Boş ver, çok konuşuyordu.”
“Haklısın.” dediğimde tekrar güldük.
“Bugün babanla görüşecektin. Ne oldu Yağmur?”
“Beyefendinin işleri çıkmış, yarın gitmeden görüşeceğiz. Büyük ihtimalle onu ekerim. Hiç çekemeyeceğim.”
Derin nefes alıp verdiğim sırada balkonda sessizlik oldu. Herkes bir birine bakıp susuyordu. Babamla aramız hiçbir zaman iyi olmayacaktı.
Dramatik olarak babamla sonradan tanıştım tam olarak on sekiz yaşlarındaydım ve annem onunla görüşmem için beni zorlamasaydı hayatımda şuan bir sıkıntım kalmazdı. Ama eğer annemin hastalığı daha önce çıksaydı belki beni zorla yanına bile aldırabilirdi. Hiç değilse bu konuda şanslıydım. Onu sadece param olmadığında ve o zorla benimle görüşmek istediğini söyleyince görüşüyorduk. Zaten çoğunda ben görüşmeye gelmiyordum. Sonuçta parasını harcıyorum diye bana babalık yapmış sayılmıyordu. O hala benim için bir yabancıydı. Hiç tanışmak istemeyeceğim bir yabancı.
“Ebru seni var ya mahvedeceğim.”
Hazal içeriden bağırarak geldiğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
“Leş gibi sigara kokuyorum ya. Siz bağımlılar ile nasıl arkadaş oldum ki ben?”
Elif;
“Biz bağımlı değiliz.” diyerek elindeki paketi balkona bakan camın kenarına koydu. “Arada toplandığımızda içiyoruz. Bağımlılar ise her zaman içiyorlar. Bizi onlarla karıştırma. Biz keyfine içiyoruz.”
Hazal ellerini önünde birleştirip kaşlarını çattı.
“Sonuçta içiyorsunuz.”
Yattığım yerden kalkıp aralarından geçtim. Bitmeyen saçma bir tartışmaya daha girmişlerdi yine. Biz böyleydik sürekli atışır, kavga eder ama bir birimizi bırakmazdık. Ebru son anda bacağımı tuttu.
“Nereye gidiyorsun?”
“Unuttun mu yarın geri dönüyorum. Eşyalarımı toplayacağım.” dedim yalan olduğu belli olan gülümsememle.
“Otobüsle mi gidiyorsun?”
Kapının pervazındaki boyayla oynadım.
“Hayır, uçakla gideceğim. Sevgili babacığım(!) bana bilet almış.”

********
Sabah erken saatte kalkıp hazırlandım. Annemi görmeye gidecektim. Belki üzülecektim ama yine de gidecektim. Bazen hatırlıyordu ben olduğumu belki de bugün o günlerden biriydi. Tek tek kızların odasına gidip kontrol ettim. Mutfağa girip tezgâhın üstündeki yapışkan notlardan birine bir not yazıp buzdolabına yapıştırdım. Son kez koridora bakıp sessiz olmaya çalışarak dışarı çıktım. Taksiciye adresi verdikten sonra dışarıyı izlemeye başladım. Bu şehri sevmiyordum aslında. Sadece içinde değer verdiklerim vardı. Onu değerli kılanda bu değil miydi? Kalabalıktı. Ne kadar yalnız olduğumu bana anlatıyordu. Kızlar ne kadar bana destek olmaya çalışsalar böyleydi. Çevrem kalabalıktı ama ruhum… o çok yalnızdı. Buz kütlesi kadar soğuk ve çöldeki bir vaha kadar ıssız. Gülen yüzüme inat kanayan ruhum bir gün beni ele verecekti.
Telefonum titreyince silkinerek düşüncelerimden uzaklaştım. Ekrandaki ‘Sinir Krizim’ yazısıyla derin bir nefes verdim.
“Efendim Yunda.”
“N’ haber bebek.”
“İyi. Bir şey mi oldu?” deyip bakışlarımı dışarı çevirdim. Hava biraz bulutluydu.
“Aşk olsun Yağmur! Dört gündür arkadaşını aramıyorsun. Ben de merak ettim, aradım.” Kesin bir eşyamı kullanacak.
“İnanayım mı?” Ya da kullandı ve görmek istemeyeceğim bir hale getirdi.
“İnanmıyorum sana ya! Cık cık beni hiç tanımamışsın.” Sesine bakılırsa çoktan yapmış.
“Akşam sekiz de oradayım. Her ne yaptıysan düzeltmek için az vaktin var. Görüşürüz.” deyip telefonu yüzüne kapattım. Telefona bakarken istemsizce gülümseyip kafamı tekrar dışarı çevirdim. Yunda, kızlar gibiydi aslında. Ne kadar ters davranıp kırsam da benimle arkadaş olmaktan vazgeçmemişti ama ben hayatımın merkezine birini daha istemiyordum. Üç tane baş belası zaten beni bırakmıyordu. Bu yüzden ona hep kötü davrandım. Felsefem buydu; uzaklaşması için kötü davran.
“Geldik efendim.”
Parayı uzatıp dışarı çıktım ve binaya baktım. Neden burası beni bu kadar ürkütüyordu? Belki de her seferinde hayal kırıklığıyla dışarı çıktığım içindi. Merdivenlerden yavaşça çıkıp annemin olduğu kata kadar yürüdüm. Olacak olanı geciktirmekten başka bir şey değildi bu. Koridorun başında Zeynep beni karşıladı. Annemle sürekli ilgilenen genç bir kadındı.
“O burada. Yarım saat önce geldi.” dediğinde ellerimi yumruk yapıp kaşlarımı çattım ve bu sefer hızla annemin odasına yürüdüm. Aralık kapıda biraz duraksayıp içeri baktım. Annem uyurken o da sandalyeye oturmuş annemi izliyordu. Bu beni daha da sinirlendirirken ses çıkarmamaya özen göstererek yanına yürüdüm.
“Burada ne işin var senin?” diye fısıltıyla bağırdığımda kafasını kaldırıp bana baktı. Yerinden kalktıktan sonra son kez anneme bakıp kapıyı gösterdi. Sinirle soluyup gözlerimi birkaç saniye kapattım ve geri dönerek dışarı çıktım. Buna nasıl cüret edebiliyordu ki. Sonuçta onun hiçbir şeyi değildi. Bir karısı vardı zaten ve çocukları da!
Dışarı çıkar çıkmaz geri dönüp soru sorarcasına ona bakıp ellerimi göğsümde birleştirdim. Buna hakkı yoktu, hem de hiç!
“Sen ne arıyorsun burada. Seninle bir anlaşma yapmıştık. Annemi rahatsız etmeyecektin.”
“Biliyorum.” diyerek saçlarını karıştırdı. “Benimle görüşmezsin diye seni görmeye buraya geldim.”
“Yalan söyleme! Nereden biliyorsun buraya geleceğimi?”
“Sen İstanbul’da olduğun her gün buraya geliyorsun, kızım. Benim aksime sen anneni çok seviyorsun. Ona çok değer veriyorsun.” diyip yamuk bir gülümsemeyle bana baktığında ellerimi indirip yumruk yaptım.
“Ne demek benim aksime? Senin annemi sevmeye hakkın yok zaten.” diye bağırdığımda koridordaki herkes biz dönüp baktı.
“Dışarı çıkalım, herkes bize bakıyor.”
“Benim insanlardan saklayacağım bir şey yok. Senin aksine!” diye son kelimeyi vurguladığımda kaşlarını çattı. Normal de sinir sorunu olan biriydi. Bende olan sinir krizlerinin onun yüzünden olması gibi. Bana karşı kendini zor tuttuğunu görebiliyordum ama bu umurumda bile değildi. İsterse çıldırsın. Onun yüzünden geçirdiğim sinir krizlerimin yanında sinirlenmesini hiç önemsemiyordum.
“Yağmur fazla oluyorsun. Dışarı çıkalım ve sakince konuşalım.”
Tuttuğu kolumu elinden kurtarıp geri çekildim. Parmağımı ona uzatıp gözlerimi kıstım.
“Son kez söylüyorum. Eğer annemi görmeye devam edersen benimle görüşmeyi kes! Tabi beni gerçekten önemsiyorsan bunu yaparsın.”
Arkamı dönüp hızla merdivenleri inmeye başladım. Kendime ise telkinler veriyordum.
Sakin ol.
Derin nefes alıp-ver Yağmur.
Şuan bir krize giremezsin.
Lanet olsun! Resmen beni kullanıp annemi görmeye geliyordu. Kendi karısı varken neden benim zavallı hasta annem ile uğraşıyordu ki? Binadan çıkarken dönen başımdan dolayı kapıdaki demirlere tutundum. Market bulmalıydım. Sarsak adımlarla yürüyüp on metre ilerideki markete girip su aldım ve hemen ilaçlarımı kullandım. Çok fazla zamanım yoktu. Karşıya tekrar geçip gelmek fazla zamanımı alırdı. Elif’e mesaj atıp eşyalarımı söylediğim kâffeye getirmesini rica ettim ve oraya gitmek için taksiye bindim.
********
“Sen ne yaptın peki?” diye meraklı bakışlar bana dönerken ilgisiz görünmeye çalışarak tırnaklarımdaki ojelerle oynamaya devam ettim.
“Bağırdım, çağırdım ve koşarak dışarı çıktım işte.” Krizimi söylememe gerek yoktu. Zaten lafı bile onları endişelendiriyordu.
“Yağmur biraz abartmıyor musun? Sonuçta o senin baban ve annende eski eşi, abartıyorsun bence. Adamın parasını yiyorsun bir de. Tamam, onun yaptıklarını tasdik etmiyorum ama artık büyüdük değil mi? ” diye sordu Ebru kahvesinden bir yudum alırken. Sandalyenin kenarlarını tutup derin nefes alıp verdim. Bu kız ne dediğinin farkında mıydı? Yıllarca o adam yüzünden çektiklerime şahit olmamış gibi şimdi umursamazca gözlerini bana dikip suçlayıcı laflarıyla konuşuyordu.
“Abartıyor muyum? Sen nereden bileceksin ki. Adam vicdan azabını geçirmek için annemin etrafında dolaşıyor. Annem kendini bile hatırlamazken onu kullanması sinirimi bozuyor anladın mı? Annem ondan nefret ederdi, şimdi hatırlamadığı için ona iyi davranıyor. Resmen annemi kullanıyor ve sen abarttığımı mı söylüyorsun.”
Elif elini koluma koyup okşadı. “Tamam, sakin ol canım. Ebru sadece… ”
“Yeter ya! Cidden yeter.” Çantamı elime alıp sandalyeyi geriye doğru sertçe ittirdim. “Bu konuda ne kadar hassas olduğumu biliyorsun. Nasıl böyle bir şey söylersin.”
Kâffeden çıkıp bir taksi durdurdum.
“Nereye hanım kızım?” Aynada bir kısa bir an göz göze kaldığımız orta yaşlı amca sevecen bir şekilde gülümsediğinde daha çok somurtup camdan dışarı, kaffeye doğru baktım.
“Havalimanına.” 





Devamını oku »

Sema Özdemir ' in Hikayelerinden (Romantik) Kapak ^^




Merhaba arkadaşlar bazılarınız beni 'SERSERİ' hikayesinden tanıyordur. Yeni hikayeye başladım. Eğer istek fazla olursa yayınlamaya başlayacağım. Umarım beğenirsiniz.

ROMANTİK
Tanıtımlarda pekiyi değilim. Bu yüzden sadece okumayın, bu hikayede kendinizi Yağmur’un yerine koyun. Çünkü bu hikâyede sadece okumak değil düşünmek ve hissetmekte önemli. 
Hayata karşı hiç umudunuz kalmadığını düşünün. Yaşamak için değil de nefes almak için yaşadığınızı… Belki biraz kalmış sevgi kırıntıları ve kendinizi kaybetmenize izin vermeyecek arkadaşlar.
Bu hikâyede süslü hayatlar yok.
“Biraz aşk ve bolca acı.”
Hayalperest ve Gönülçelen’in aşkı.”
“Sert fırtınaların yağmurla buluşması.”
“Bir kızın ne kadar kanar içi.”
“Bir erkek ne kadar sevebilir bir kızı.”
“Sen benim yağmurumsun. Kuru topraklarımı suya kavuşturan.”
-BORA
“Sen benim rüzgârımsın. Durgun hayatımdaki şiddetli fırtınam.”
-YAĞMUR







                                                             
Devamını oku »

25 Mart 2015 Çarşamba

Gördüm Okudum Ve Yorum Yazıyorum :)


Müzik dizisi arıyorsanız tamda diziyi buldunuz ee ne duruyorsunuz okumaya devam :) 

Bu diziye ilk başladığımda çok heycanlanmıştım :) hele bu resimdeki karakteri gördüğümde baterist olarak cok beğenmiştim sizde beğenmişinizdir kesin :) Birde tam kız hoşlanmaya başlarken yağmur yağmayasaydı daha güzel olurduda :D napalım oğlanımızda biraz şanssız :) Umarım diziyi izlersiniz  :) 


Dizi: Heartstrings / You've Fallen For Me
Devamını oku »
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 

Kore Oppa Unni ^^