26 Mart 2015 Perşembe

Sema Özdemir ' in Hikayelerinden (Romantik) 4. Bölüm ^^



ROMANTİK

4.BÖLÜM
Sema Özdemir

"Sadece bir randevu."

‘Ne!’

Gözlerimi kırpıştırıp doğru duyup duymadığımı düşündüm. “A-anlamadım.” Titrek nefesi bana ulaştığında sağa sola yürüme işlemimi durdurdum.

“Tabloyu sana veririm ama benimle randevuya çıkarsan.”

“Bunu neden istiyorsun?”

Aslında sorduğum soru çok basitti. Kim benimle randevuya çıkmak için şantaj yapardı ki. Benim gibi huysuz ve agrasif biriyle, sevmekten anlamayan biriyle... Aslında soru ondan çok benimle ilgiliydi. “Şey ben, seni tanımak istiyorum.” Neden? Başımı aşağı eğip işaret parmağımdaki tırnakla oynamaya başladım. Tanımak mı? Ne demeliydim ki?

“Eğer kabul etmezsem.” Yumuşama Yağmur! “Bak ne var biliyor musun? Ben seni yakından tanımak istemiyorum. Bence başka bir şart bul.”

Cam boyunca ilerleyip kenarına kadar yürüdüm. Kenarda omzumu cama yaslayıp aşağıya baktım. Buradan insanlar daha küçüktü. Koşuşturanlar, çocuğuyla yürüyenler bir tane de köpeğini gezdiren adam.

Nefesini hızlıca verdi ve hareket ettiğini gösteren birkaç ses çıkardı. “Şartım bu! Sen bilirsin.” Ağzımı açtığım zaman gelen ‘dıt’ sesleriyle şaşkınlıkla gözlerimi kocaman açarak telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. Az önce telefonu yüzüme mi kapatmıştı o.

“Lanet olası şartın mu öyle mi? ‘Şartım bu’ ha. Sen. Sen görürsün.” Telefona bağırmayı bırakarak kapıya doğru ilerledim. Unuttuğum bardak ayağımın çarpmasıya duvara doğru savrularak kırıldı. Ellerimi yanlarımda yumruk yapıp gözlerimi kapattım ve ufak bir çığlık attım.

***

Tabağımdaki patatesleri bitirip lavabonun içine koydum. Levent kafasını çevirip gülmeye devam ederken kaşlarımı daha da çatıp kafasına hafifçe vurdum. Kapa çeneni artık.

Onu mutfakta bırakıp salona girdiğimde artık ne yapacağıma karar vermiştim. Koltuğa çapraz bir şekilde kendimi bırakıp telefonu elime aldım. O çocuğun numarasının üzerine tıklayıp mesaj bölümünü açtım.

Gönderilen: O543...

Teklifini kabul ediyorum. Yalnız şuan şehir dışındayım. Pazartesiye kadar gelemeyeceğim. Sergiye çıkartmazsan seninle buluşurum.

Mesajı attıktan sonra bir kaç dakika bekledim. Tam üçüncü kez ekrana bakacağım sırada cevap verdi.

Gelen: 0543...

Beni kandırmayacağını nereden bileceğim. Sergi geçtikten sonra benimle buluşmaya bilirsin.

Derin bir nefes aldım. Bu konuda haklı olabilirdi. Onu hâla atlatmak için plan hazırlıyordum ama onu ikna etmem gerekirdi. Değil mi?

Gönderilen:0543...

Çünkü resmim sende gerizakalı.

Bir an duraksayarak mesaja baktım.

Sil, sil, sil...

Gönderilen:0543...

Resmim sende onu almadan durmam.

Birkaç dakika yine mesaj yollamasını bekledim ama yollamayınca yeni bir mesaj daha yazdım.

Gönderilen:0543...

Sergiye çıkarmayacaksın değil mi?

Yolladığım saniye de bana mesaj geldi. Sanırım ben ona yazarken o da bana yazıyordu.

Gelen:0543...

“Sana güvenebilirim değil mi? Bunu yaptığım için üzgünüm ama seninle gerçekten buluşmak istiyorum.”

Derin bir nefes aldım. Benimle derdi neydi bunun? Normal olarak reddettiğim bir erkek sözde gururu yüzünden bir daha bana bu konuyu açmazdı. Bu çocuk ise tanıştığım andan itibaren ters davranmama rağmen zorla randevuya çıkarıyordu. Tekrar mesaj geldiğinde şekli yaparak ekran kilidini açtım.

Gelen:0543

Sergi de çıkmayacak. Bana güven.

Güven? Güven bu devirde yalnızca bir isim olarak kaldı. Babama bile güvenmezken ona mı güvenecektim. Bunları ona söylemek istesemde bu konuşmayı yüzyüzeyken konuşmak için bıraktım. Rehberde gezinen parmaklarım Elif’in üzerinde durdu. Bana şimdi haber verdim diye kızacaktı ama kalmak için onlara gitmek zorundaydım. Kendi evime annem gittiğinden beri sadece ihtiyacım olan şeyleri almaya gitmiştim. Orda annemsiz kalmayı sevmiyordum. Bu yüzden her geldiğimde kızlarla kalıyordum.

Çalan telefona cevap verirken hafif uzandığım koltukta biraz daha yayıldım.

“Alo Yağmur?” arkadan gelen karışık insan sesleri daha çok dikkatimi çekmişti.

“Selam. Ne haber?”

Kahkaha sesleri artarken birkaç hışırtı duydum. Sonra sesler giderek azaldı.

“Üniversitenin hazırladığı kampa geldik. Ebru da burada. Sen ne yapıyorsun?”

Duyduğum şey beni hayal kırıklığına uğratırken somurtarak kazağımın önündeki boncuklarla oynamaya başladım.

“İstanbul'dayım ben. Evde misiniz, diye aramıştım. Ne zaman dönüyorsunuz.”

“Sen neden geldin? Daha geçen hafta gelmiştin. Canan teyzenin bir şeyi yok değil mi?”

Hızlı ve endişeli sesi beni garip bir şekilde mutlu etmişti. Beni düşünen ve sevdiğine inandığım insanlara ihtiyacım vardı.

“Sakin ol. Annemin bir şeyi yok. Acil işim çıktı ve ben de gelmek zorunda kaldım.”

“Pazar günü geri döneceğiz.”

Derin nefesini dışarı bıraktığında telefonda cızırtı oluştu. Arkadan Ebru’nun Elif’e seslenen sesini duyduğumda tekrar konuştum. “Neyse ben başımın çaresine bakarım. Siz keyfinize bakın.”

“Yağmur, yeni bir film aldım izlemek ister misin?”

Levent’in koridordan yaklaşan sesiyle dudağımı dişlerimin arasına aldım. Kızlar Levent’ten hoşlanmazlardı. Bunun nedeni çoğunlukla lisede bulaştığım olaylar ve onlara göre serseri arkadaşlardı.

“Yağmur! Sakın bana onunla olduğunu söyleme.”

İçeri giren Levent’e bakıp işaret parmağımı dudağıma götürerek susmasını işaret ettim. Elif adımı birkaç defa tekrarladı.

“Size iyi eğlenceler. Ben... başımın çaresine bakarım. Kapatıyorum.”

Telefonu yüzüne kapattığımda birkaç saniye ekrana baktım. Bana çok kızacaktı. Tehlikeli olduğunu düşündükleri için ondan hoşlanmıyorlardı. İyi biri değildi ama bana karşı da kötü değildi. Her zaman beni korumaya çalışmıştı.

“Kötü bir zamanlama mı?” dediğinde dudaklarımı birbirine bastırıp başımı olumlu anlamda salladım.

Karşıdaki koltuğa oturduğunda karnının üzerini tutarak yüzünü buruşturdu. Ne kadar dışarıdan bir şeyi yokmuş gibi gözükse de ağrıları vardı. Her zaman güçlü gözükmek isterdi, ezilmemek için.

“Ağrı kesici getirmemi ister misin?”

“İlaçları sevmiyorum.”

“Kremin nerede?”

Camın o taraftaki yemek masasını gösterdi. Ayağa kalkıp ilaç poşedinin içindeki kremi aldım. Tekrar yerime geçerken kremi kucağına doğru attım. Kaşlarını havaya kaldırıp bir kreme bir bana baktı.

“Sürmeyecek misin?”

“Kusura bakma ama vücuduna dokunmayacağım.” diyerek gövdesini parmağımı aşağı yukarı hareket ettirerek işaret ettim. Garip bir takıntıydı benimkisi. Erkekleri kendime yaklaştırmaz ve onlara yaklaşmazdım. Şimdiye kadar ciddi bir ilişkim olmaması bu yüzdendi. Dokunamıyorum değil de dokunmak kötü hissettiriyordu.

Gülümsemesini genişletip tişörtünü kafasından çıkardı. Televizyonun yanına gidip filmlere bakmaya başladım.

“Hangi film yeni.”

“En üstteydi adını unuttum.”

Sağ elimdeki filmlere bakarak ben herhangi bir tanesini seçerek yerleştirdim. Geri yerime oturduğumda Levent kremi omuzunun arkasına sürmeye çalışıyor oraya uzandıkça da yüzünü buruşturuyodu. Filmin başlangıç yazısına gözlerimi dikip ona bakmamaya başladım. Filmde macera ve gerilim vardı. Birkaç arkadaşın dağ macerasını anlatıyordu. Bu filmi izlemiştim ama ilk izlediğimde baya korkmuştum. Şimdi olayları bildiğim için normal bir şekilde izliyordum. Geride doğru giderek sırtımı koltuğun koluna yasladım. Çift yastıklardan birini kucağıma koyarak kafamı koltuğa doğru yatırdım. Kız karşısına çıkan adamın kafasına taşı geçirirken gözlerimi yavaşça kapattım.

***
Sabah çalan telefonla gözlerimi aralarken arkaya doğru döndüm ve dönerken yere çakılmaktan son anda kurtuldum.

Uyuyakalmıştım.

Gözlerimi birkaç kez kırparak tamamen açılmasını sağladım. Telefon ısrarla çalmaya devam ediyordu. Yattağım koltuktan kalkmadan masaya uzanıp ekrana baktım.

-Elifcik-

“Hayırdır sabah sabah rüyanda mı gördün?”

Kolum uyku sersemi bedenimi taşımakta güçlük çekmeye başladığında kendimi tekrardan koltuğa bıraktım.

“Nerde olduğunu sormayacağım çünkü içimden bir ses öğrenirsem çok fena şeyler olacağını söylüyor. Her neyse kamptan döndük biz. Her zaman kahvaltı yaptığımız restorana gel. Kahvaltı için daha fazla beklemek istemiyorum.”

Kafamı çevirip çaprazdaki duvara baktım. Saat daha dokuza geliyordu. Bunu neden yaptığını biliyordum ama üstelemedim.

“Peki, yarım saate anca gelebilirim. Belki biraz daha fazla. Siz başlayın olmazsa sonradan katılırım size.”

“Bekliyoruz. Çabuk ol.”

Oturduğum yerden kalkıp dağılmış saçlarımı düzelttim. Üzerime örtülmüş pikeyi o zaman fark ettim. Tabi belki örtüldüğünde üzerimdeydi ama şuan yer ve koltuk arasında büzüşerek asılı kalmıştı. Kalkmadan onu altımdan çekmeye çalıştım. Başardığımda koltukta yana devrilmiştim. Uyuşuk şekilde ayağa kalkıp onu düzgünce katladım. Katladıktan sonra tekrar elime alarak Levent’in odasına gittim. Onun odası böyle her kızın hayalini süsleyen düzenli, yoğun renkler olan bir oda değildi. Daha çok çorabın teki ayağındayken diğeri odanın ortasında olan, pantalonunu çıkarıp gelişi güzel herhangi bir yere atan, dağınık bir çocuktu. Çorabı kenara ayağımla iteleyerek koltuğun üzerindeki pantalonunun yanına katladığım pikeyi bıraktım. Üzerinde ona geçen yıl aldığım pijama takımı vardı. Aslında biraz dalga geçmek amaçlı almıştım ama o bunu sürekli giyerek etkilenmediğini gösteriyordu. Gri tişörtün üzerinde Sünger Bob ve arkadaşları vardı. Altındaki şortta açık sarıydı. Gülümseyerek ona yaklaştım ve omzunu dürttüm. Homurdanarak kafasını diğer tarafa çevirdiğinde biraz daha yaklaştım.

“Levent?”

“Hıı.” Kalın sesi boğuk bir şekilde havaya karışırken parmağımı etine gömmek istercesine bir kere daha bastırdım.

“Gidiyorum ben, duydun mu?”

“Tamam. Defol hadi başımdan.”

Eğer kulağımı ona yaklaştırmasam homurdanarak söylediği boğuk cümleyi duyamazdım. Gerçekten uykusu vardı.

“Akşam için saol.”

Küfür etmeye başlamadan önce odadan koşar adımlarla çıktım. Senin odan, dediği odaya girip banyosunda yüzümü yıkadım. Dışarı çıkıp bavuluma ilerledim ve küçük bavuldan lacivert kazağımı çıkarıp tekrar odaya girdim. Pantalonumu değiştirmeyecektim. Çıkardığım kazağı katlayarak tekrar portmantoya ilerledim. Kazağı bavula koyup portmantodaki montumu ve çantamı aldım. Son kez koridora bakış attıktan sonra dışarı çıktım.

Hava soğuktu, neredeyse aralık ayı gelmişti. Kışları sevmezdim. Soğuk ve ürkütücü olurlardı. Ana caddeye inince yoldan geçen bir taksiyi durdurup binerek adresi söyledim. Tam olarak kırk dakika sonra restorana gelebilmiştim. Bavulla içeriye yönelip daha önce görmediğim yeni garsona gülümsedim. Kızların her zaman oturdukları masaya yaklaşıp gülümsedim.

“Selam.”

Erkekler gülümsememe tebessüm ederek cevap verirken Ebru ve Elif kaşlarını çatarak bakıyorlardı.

“Gece onda mı kaldın.”

Başımı olumlu anlamda sallayıp bavulu masanın kenarına koyduktan sonra montumu çıkardım. İlerleyip köşedeki askıya astıktan sonra yanlarına geri döndüm. Ebru’nun sevgilisi Ali, bir seksen boylarında esmer yakışıklı bir çocuktu. Elif’in ki ise ondan biraz daha uzun ve kumraldı. İkisiyle de belirli bir mesafede yakınlığım vardı. Ne çok yakındım ne de çok uzak. Yan taraftan bir sandalye alıp masanın başına oturdum. Levent hakkında konuşmak istemiyordum. Çünkü laf dönüp dolaşıp yine başımı belaya soktuğumu ve onun tehlikeli olduğuna geliyordu.

“Ben de bir menü alayım.” Gülümseyip kafamı tazgâha doğru uzattım.

“Bakar mısınız? Bir mönü alabilir miyim?”

Hepsi gözlerini bana dikmiş öyle bakıyorlardı. Teker teker hepsine baktıktan sonra kafamı sallayarak, “Ne oldu? Niye öyle bakıyorsunuz?” diye sordum. Bu arada garson önüme bir mönü koydu.

“Buraya ne iş için geldin, Yağmur? Onun için mi?”

Elif’e düz bir ifadeyle baktıktan sonra diğerlerine göz ucuyla baktım. Masa da sadece çatal, bıçak seslerinden başka ses yoktu. Hafif gülümseyerek öne eğildim.

“Bu ne demek şimdi? Evet, onun için geldim. Onu merak ettim ve geldim.”

“Yine ne yapmış o serseri?”

Ebru patates kızartmasını ağzına attıktan sonra bana döndü. Onlarla Levent’i tartışmayacak, onları bu konu da haklı çıkarmayacaktık.

“Bu konuyu kapatalım olur mu? Burada olmayan birini tartışmak istemiyorum.”

Siparişi almaya gelen garsona kısaca bakıp daha açmadığım mönüyü uzatıp bu sefer zoraki bir şekilde gülümsedim.

“Ayvalık tostu ve portakal suyu.”

Çocuk deftere söylediklerimi not aldıktan sonra yanımızdan uzaklaştı. Konuyu değiştirmek adına onlara dönüp, “Siz niye erken döndünüz.” diye sordum.

“Elif ve Ebru seni o çocukla yalnız bırakmamak için geri dönmek istediler.”

Ali sevgilisini savunur bir şekilde ona bakıp gülümsedi.

“Aslında bakarsan ben de ondan pek hoşlanmıyorum. Tehlikeli bir tarafı var.”

Ali’ye kaşlarım çatık bakarken araya Mehmet girdi.

“Yağmur’un kiminle olduğu bizi ilgilendirmez bence. Arkadaşımız olarak biz onu uyardık ve gerisi ona kalmış. Bu kadar üzerine gitmeyin.”

Ona minnetle bakıp “Teşekkür ederim.” diyerek gülümsedim.

Biraz sonra gelen tostumu yemeye başladığımda her şey normale dönmüştü.
Kahvaltıdan sonra gelen çaylarımızı yudumlarken Mehmet konuşmaya başladı.

“Bu akşam maç var hep beraber oturup izleyelim mi?

Diğerleri onaylayan mırıldanmalar oluştururken tepkisiz bir şekilde onlara bakan bana döndüler.

Neden onlarla ortak bir yanım yoktu.

Bu hep böyleydi. Onlar tamamen birbiri için yaratılmış arkadaş ve sevgililerdi. Birçok ortak noktaları vardı ve beraber sürekli vakit geçirebiliyorlardı. Mesela bıraktıklara kampa ben asla gitmezdim. Böcek fobim vardı. Ben evde oturup televizyonun karşısında oturmayı böceklerle geçireceğim birkaç güne değişmezdim. Onlar farklıydı, böyle sorunları yoktu. Hepsi birbirine benziyordu. Şuan soran bakışlarla bana bakmaları bu yüzdendi. Ben takım tutmazdım ve maç izlemeyi sevmezdim.

Gülümsemeye çalışıp omuz silktim. “Planınızı bozmanıza gerek yok. Ben kendime bir şeyler ayarlarım.”

Sorun sadece ortak nokta değildi aslında. Onlar sevgilileriyle beraberlerdi. Ben onların yanında sap gibi kalmak istemiyordum. Bundan artık ciddi anlamda sıkıldım.

“Sorun yok başka bir şeyde yapabiliriz. Değil mi canım?”

Elif kaş göz işaretiyle Mehmet’e baktı. O ise hafif yüzü asık olarak başını salladı. Gerçekten planlarını bozmak istemiyordum.

“Dedim ya, sorun yok. Zaten... Her neyse ben kendime bir plan yaptım bile.”

Neredeyse ben yalnızım diyecektim.

“Plan bozulmuyorsa benim birkaç işim var akşam buluşuruz.”

Mehmet yerinden kalktığında Ali de kalktı. Geldiğimden beri sayamadığım bana bakışlarını tekrar yakaladığımda Ebru’ya dönüp dudağının kenarına bir öpücük bıraktı.

“Ben de kalkayım. İşim var.”

“Ne bu işler böyle.” Elif ilerleyen erkeklerin arkasından bağırdığında Mehmet ona kısaca bakıp göz kırptı. Kasaya yöneldiklerinde onları izledim. Ali bizim masayı gösterdiğinde ikisi de cüzdanlarını çıkardı. Aralarında hararetli bir konuşmadan sonra ikisi birden bir miktar parayı kasaya uzattılar. Buna istemedende olsa gülümsedim.

“Neye bakıyorsun?”

Ebru benim baktığım yere gözlerini çevirdiğinde onlar dışarı yöneliyordu.

“Hesabı ödediler.” dedim umursamaz bir tavırla sonra önümde artık soğumaya başlamış çayıma baktım.

“Size bir şey anlatacağım.” diyerek Elif öne eğildi.

“Ebru hani sana bahsetmiştim. Sınıfta bir kızla konuşuyoruz, diye. İşte o kız biraz hayatını anlattı. Meğersem kızın bir sevdiği varmış. Bunlar birbirlerini çok seviyormuş. Çocuğun ailesi kızı istememiş ve sanırım oğullarını bir şekilde ikna etmişler ,tedaya girmedi, sonra çocuk başkasıyla evlenmiş. Düşünebiliyor musunuz? Sevdiğiniz çocuk gözlerinizin önünde başkasıyla evleniyor. Ben yıkılırdım.” Dudaklarını büzüp gözlerini ileriye diktiğinde tek kaşımı kaldırıp ona baktım. Ebru da üzülmüştü, bunu asılan suratından anlaşıyordu.

“Sevdiğin kişinin başkasıyla olması berbat. Bir de seni sevmediğini öğrenmek çok kötü.”

“Evlenen o kızın sevgilisi size ne oluyor.”

İkisi sanki transtan çıkmış gibi bana baktılar. “Kızım çok kötü bir şey ya. Allah düşmanımın başına vermesin. Mert’i hatırlamayor musun? İki yıl unutamamıştım ve hâla bazen yolda gördüğüm bir kaç kişiyi ona benzetiyorum." Kafasını eğip çayın içindeki kaşıkla oynamaya başladı. Mert Elif’in en büyük aşkıydı. O şerefsiz Elif’e yapabileceği her şeyi yapmıştı ama Elif her seferinde onu affetmişti. En sonunda ailesi olaya müdahele ettiğinde tamamen ayrıldılar. Onun yüzünden çok acı çekti, gözlerimizin önünde mahfoldu. Benim geçirdiğim gibi sinir krizleri geçirdi ama hepsini atlattı ve hayatına devam etti. Ebru da aşk acısı çekmişti ve her zaman böyle hikayeler onları etkiliyordu.

“Şu çocuğun adını ağzına alma ve bence saçma. Size diyorum değil mi? Aşk kadar boş bir şey yok. İki gün mutlu oluyorsun diye yaşamın boyunca onun acısını çekiyorsun.”

İkiside onaylamaz bakışlarla baktıklarında oturduğum yerde biraz daha yayıldım.

“Kızım hiç mi bir şey hissetmiyorsun ya! Senin gibisini görmedim.” Ebru bardağını ileriye itip geri yaslandı ve ters ters bana bakmaya başladı.

“Erkeklerin sevebildiğine nasıl kanıyorsunuz. İnanamıyorum. Erkeklerin gerçekten sevdiğine inanmıyorum.”

“Erkek olan sever.”

Elif konuştuğunda ona doğru eğildim.

“Bir erkek sevdiğinde adam olur, net. O yüzden adam yok. Çünkü seven yok.”

Gözlerimi kısıp ona bakarken sinirden hafif kızardı. Ebru ağzını ‘o’ şekli yapıp sessiz bir ‘ooo’ çekti.

“Seven erkek var. Mert beni seviyordu.”

“Seven yalan söylemez, seven aldatmaz, seven tam sever. O sana bunları yaptı. Aldattı, yalan söyledi, kandırdı... Şuan da kendini kandırıyorsun. Sevmek yok, insanlar bir yalan uydurmuş; birini seversen kalbin hızlanır, karnında kelebekler oluşur diye. Bu sadece vücudunun sana yaptığı bir oyun. Nerden biliyorsunuz yarın sevgililerinizin sizi bırakmayacağını. Bunun garantisi var mı?”

“Yok artık Yağmur! Abartma istersen. Tamam sevmeyi, aşık olmayı bilmiyorsunda bu kadar da atılmazki canım. Aşık olunca göreceğim seni.”

Ebru’ya kısık gözlerimle bakarken telefonumun mesaj sesi havadaki gerginliği aldı.

Gönderen: Ebru’nun Ali’si

Seninle acil bir şey konuşmak istiyorum. Ebru ile ilgili ona belli etme, lütfen. Önemli! Arka caddedeyim. smile ifade simgesi

Ebru’ya, Ali mesaj atmış, cümlem havada kaybolurken ağzımı kapadım. İkisi de kimden mesaj geldiğini merak eder gibi yüzüme bakıyordu.

“Annem ile ilgilenen kadın. Bir sorun varmış, hazır buradayken gideyim. Bavulumu eve götürür müsünüz?”

Ayağa kalktığımda ikisine de hızlı bir öpücük verdim. Montu giyerken mesajı iki defa daha okudum.Çantamı takıp restorandan çıktıktan arka caddeye ilerledim.

Onun arabasını hemen tanımıştım. Yanındaki koltuğun camını indirerek kafasını uzattı.

“Bin hadi.”

Arka kapıya yöneldiğimde ön kapıyı uzanıp açtı. Derin verdiğim sıcak nefes soğuk havayla karıştığında buhar etkisi yaratarak ortadan kayboldu. Arabaya bindiğimde tereddütlüydüm. Ebru ya da tanıdık birinin bizi birlikte görmesini istemiyordum. Klimayı çalıştırıp ayarı ikiye getirdi. Gerildiğimin farkında, “Sessiz bir yere götürüyorum seni. Merak etme, yalnız olacağız.”

Bu beni daha çok rahatsız ediyordu zaten.

Arabaya bindiğimden beri her dakika artan gerginliğim arabadan dışarı bakmaya itiyordu. İnsanlar ve evler azalmaya başlamıştı. Yanından geçtigimiz ve geride kalan son gece konduya uzun bir süre baktım. Tedirginliğimi fark edince hafifçe gülümsedi.

“Merak etme seni kaçırmıyorum. Sadece, dediğim gibi sana bir şeyler söyleyeceğim.”

Kaşlarımı kaldırıp alayla gülümsedim. “Bana söyleyeceğini bu kadar yol gelmeden söyleyemiyor muydun? Neredeyse dağ başına geldik.”

Cevabını vermedi. Beş dakika sonra arabayı bir tepenin kenarında yavaşlayarak durdurdu. Tüm İstanbul ayaklarımın altında gibi hissediyordum. Burası gerçekten muhteşemdi. Arabadan inmeden tepkime bakıp gülümsedi. Onun arkasından ben de indim. Arabanın ön ucuna oturduğunda ondan en uzak yere ben oturdum. Ebru bundan hoşlanmaya bilirdi.

“Ee, hadi artık söyleyecek misin?”

Kafasını manzaradan çevirmeden gülümsedi. “Seni buraya getirdim çünkü kaçmanı istemedim.”

“Ne demek bu?”

Bana doğru döndüğümde ben de ona döndüm. Yüzüme dikkatlice bakıp tekrar önüne döndü.

“Lafımı bölmeden beni dinle. Ebru’dan ayrılacağım...” Bedenimi saran şok dalgası ile bir süre öylece yüzüne baktım. Durumu idrak ettiğimde “Ne!” diye bağırdım. O ise hâla bana dönmemişti. Önüne geçip sinirle yüzüne baktığımda gözlerini bana dikti. “Ne demek ayrılacağım. Neden? Daha bir iki saat önce hiçbir şey yoktu.”

Ne demem gerektiğini bilmiyordum ya da ne yapmam gerektiğini... Bildiğim tek şey Ebru’nun çok kötü olacağı. Ali’ye değer veriyordu. Hem de daha öncekiler gibi umursamaz davranarak değil. Ona bakarken gözlerinin içi gülüyordu. Beş aylık birlikteliklerini bozan neydi çok merak etmiştim.

“Çünkü onu sevmiyorum.”

İkinci bir şok dalgası yüzüme vurup beni üşütürken gözlerimi kırpıştırdım.

“Sevdiğin kişinin başkasıyla olması berbat. Bir de seni sevmediğini öğrenmek çok kötü.”

Ebru’un sesi kulaklarımda yankılanıyor ve daha kötü hissetmemi sağlıyordu. Aşk acısı çekecek diye değil, üzülecek, ağlayacak olduğu için kötü hissetmiştim. Ellerimi kendime sardığımda birkaç adımla önümde durdu.

“Sizi tanıdığımda aklımda sadece biri vardı. İlk gördüğüm anda beni heyecanlandıran ve günlerce aklımdan çıkmayan tek bir kişi ve o kişi Ebru değildi. Sendin. Başta ulaşmaya çalıştığım sendin ama Ebru beni yanlış anlayarak bana yaklaştı. Sana yine yaklaşmaya çalışsam beni reddedeceğini biliyordum. Bu yüzden senin yakınında olmayı tercih ettim.” Gözleri sürekli yüzümde geziyor en ufak tepkimi ölçüyordu. Kocaman açtığım gözlerimi sıkıca kapatıp başımı sağa sola salladım.

Bu bir kabustu ve ben birazdan uyanacaktım. Eminim hâla Levent’in evinde, onun koltuğunda uyuyordum, birazdan da bana yastıkla uyanmam için işkence edecekti.

Yüzüme değen parmaklar bunun kabus değil gerçek olduğunu hissettirdiğinde bütün vücudum buz kesti.

“Ben onu değil, seni istiyorum. Gördüğüm ilk günden beri...”

Bana biraz daha yaklaştığında kendime sardığım eli hızla kaldırıp onu ittim.

Bu iğrençti!

Pes etmeyerek tekrar yaklaştı ve elini belime sararak beni kendisine yaklaştırdı. Onu ittirmeye çalıştığımda diğer eliyle bileklerimden tuttu.

“İstediğim hiçbir zaman o olmadı. Sana karşı inanılmaz bir çekim hissediyorum ve bu beni deli ediyor.”

“Şerefsiz.” diye resmen tükürerek konuştuğumda kaşlarını çattı. Birkaç küfür daha söylediğimde beni sarsarak susmamı sağladı.

“Düzgün konuş. Seninle düzgün konuşuyorum.”

“Hayır, şerefsiz bir piç gibi konuşuyorsun!” Tuttuğu bileklerimi sıktığında kalın topuklu botumu ayağına geçirdim. Anında beni bırakıp hafif eğildi.

“Ebru umurumda bile değil! Sen ve ben, biz olabiliriz. Kimseyi umursamamız gerekmiyor. Seni çok mutlu ederim.”

Şimdi kızlar olsaydı bana hak verirlerdi. Hepsi aynı boktu bunların.

“Hepiniz aynısınız işte. Aptal! Beynini kullanma ihtiyacı hissetmeyen pislikler. Ne sandın? Kaç yıllık arkadaşımı bırakıp sana evet diyeceğimi mi? Lan biraz mantıklı ol be! Hadi bunu geçtim. Sevgilisinin arkadaşına asılan birine güveneceğimi mi sanıyorsun. Hepimizi kandırdın sen.”

Bana yaklaşmak istediğinde elimi aramıza koyup küçük çaplı bir barikat yaptım. “Ah! Abartma sadece birkaç ay takıldık.”

Artık daha fazla şaşıramıyordum. Ciddi anlamda tüm duyularım kapanmıştı.

“Sen iğrenç bir herifsin. Bundan sonra ne bana ne de Ebru’ya sakın yaklaşma. Seni bir daha etrafımızda görmek istemiyorum. Nasıl girdiysen öyle çık hayatımızdan.”

Arabaya yönelip ön koltuktan çantamı aldım. Burdan nasıl gideceğimi bilmiyordum ama gidecektim. Kapıyı kapatıp arkamı döndüğüm anda kollarımı tutarak beni arabayla kendi arasına sıkıştırdı. Dizlerini dizlerime yaslayarak hareket etmemi engelledi.

“Çek ellerini! Hemen!”

Koluma daha fazla baskı yapıp üzerime eğildi. Gözlerini kısarak kafasını hafif yana eğdi.“Beni reddedebileceğini mi sanıyorsun.”

Bir an duraksayarak yüzüne baktım. “Ne! Çekil dedim. Seni istemiyorum anlamıyor musun?” diyerek tekrar hareketlendiğimde bir an sertçe yüzüme baktı ve kafasını hızla boynuma gömdü. Ters dönen miğdem ağzıma doğru gelirken yediğim tüm şeyler yukarıya doğru yol aldı. Kullanabildiğim tüm gücümle onu ittirmeye çalıştım. O ise buna karşılık baskısını daha fazla arttırıp dudaklarıyla boynumda arkaya dogru ilerledi. Şuan kendimden iğreniyordum. Bunu yaptığı için onu öldürmek istiyordum. Hiç bir güç girişimim başarılı olamamış daha fazla onu sinirlendirmekten öteye gidememişti. Koluma taktığım çantayı hatırlayınca parmaklarımla ilerleyerek fermuara yöneldim. Dirseğimin üst tarafından tuttuğu için alt tarafı rahat hareket ediyordu. Diğer kolumla hâla gövdesine vurmaya devam ediyordum. Fermuarı çekiştirerek açtığımda elimi icine daldırarak küçük şişeyi aradım. Biber gazını elime aldıktan sonra pedalına parmağımı koyup hızla çıkardım ve boynuma gelişi güzel sıktım. Hafif geri çekildiğinde sıkabildiğim kadar sıkmaya devam ettim ama hala kıskacındaydım.

“Ahhh!”

Şişeyi kafasının yan tarafına vurmaya başladığımda benden uzaklaştı. Hızla koşarken bir yandanda çantamı karıştırmaya devam ediyordum. Elimde hâla yamulmuş şişe dururken telefonumu dışarı çıkardım. Telefonun tuş kilidini açmak hiç bu kadar zor gelmemişti. Geri dönüp kafasını tutarak bana yaklaşan Ali’ye baktım. Onunla aramızda en fazla on adım vardı. Titreyen ellerimin birini telefonu kulağıma tutmak için kullanırken diğerindeki gaz sipreğini ona doğrulttum. Korkuyordum, titriyordum ama yine de ona sert bakarak ondan korkmadığımı göstermeye çalışıyordum. Sinirle birkaç adım attığında Levent telefonu açtı.

“Alo Levent?”

Yüz ifadesi değişti ve bunu beklemediği için şaşırdı. Levent’ten korkuyordu hem de çok fazla. Onun kim olduğunu biliyordu ve bu onu kendine getirmiş gibiydi.

“Yağmur bir şey mi oldu? Sesin kötü geliyor.”

Ali sesli bir küfür savurduktuktan sonra ellerini saçlarından geçirdi. Arabaya doğru hızla gidip bana kısaca baktıktan sonra binerek uzaklaştı. Onunla beraber tüm cesaretim ve güçlü kız imajımda uçup gitti. Rahatlamayla nefesimi dışarı bıraktığımda histerik bir ağlama krizine girdim. Hıçkırıklarıma engel olamayarak kendimi yere bıraktım.

“Yağmur!”

“Beni buradan al. Lütfen beni gel ve al.”

***

Levent~

Arabayı çevirip Yağmur'un tarif ettiği yola girdim. Her geçen saniye endişem daha da artıyor ona bir şey olma düşüncesi beni bitiriyordu. Hayatımda değer verdiğim tek kişiyi, manevi kız kardeşimi kaybedemezdim. Tam tepeye geldiğimde arabayı durdurup etrafa göz attım. Kapıyı hızla açıp kapatmadan ileriye doğru yürüdüm kısık hıçkırıkları duyarak yan taraftaki büyük ağacın oraya ilerledim. Ağacın yanına yürüdüğümde, Yağmur kafasını ağaca yaslamış nefes almak için boynunu tutuyor ve arada hıçkırıyordu. Hızla yanına çömelip ellerimi yanaklarına koydum. Kahretsin! Daha hızlı olmalıydım. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Yanaklarını hafifçe sıkarak onu sarstım. Krizlerinden birini geçiriyordu.

"Yağmur? Beni duyuyor musun?"

Çığlık atmaya çalıştı ama sesi kısık çıktı ve arada çatladı. Dişlerini birbirine bastırıp boştaki eliyle yere vurmaya başladı.

Elindeki biber gazı mıydı?

Kolunu tutarak onu engelledim. Engelleyince beni ittirmeye çalıştı. Göğsüme attığı yumruklar normalde acıtmazdı ama elinde biber gazı şişesinden vardı ve ben daha yeni hastaneden çıkmıştım. Bileğinden tutarak diğer elimle elinde bulunan şiseyi alıp uzağa fırlattım. Hâla ağlıyor arada çığlık atıyordu. Bundan nefret ettiğini biliyordum. Bu sanırım benim onu izlememden biraz farklıydı. Kendindeydi ama bedenini kontrol edemiyor ve farklı tepkiler vermesine neden oluyordu. Çoğu kez kendine engel olmayıp bir yerlerine zarar vermişti. Onu en çok yıpratan ise krizi geçtikten sonrasıydı. Sakinleştirici almış kadar halsiz olurdu ve yaptıklarını hatırlayıp sürekli kendisini üzerdi.

Onu bu hale getiren şerefsizi bir bulursam...

Onu hemen sakinleştirmem gerekiyordu. "Hey! Hey sâkin ol. Şişşt! Benim, sakin." Onu kollarıma çekip sarıldım. Beni geri itmek için bir süre uğraştı. Bu sırada nefesi az da olsa düzene girmiş ve ağlaması azalmıştı. Onu bu halde görmekten nefret ediyordum ve bunu yapan her kimse ona çok fena ödetecektim. Bir süre sessiz kaldıktan sonra gerçek anlamda ağlamaya başladı. Biraz öncesini yaşadığı krizden olduğunu biliyordum. Bu onun farklı bir tarafıydı. Önce kriz geçirirse ağlar sonra ise içten bir şekilde ağlardı. Kollarını bana sıkıca dolayıp çenesini omzuma yaslayarak ağlamaya devam etti. Eğer onu durdurmazsam tekrar krize gireceğini bildiğim için geri çekildim.

"Sakin ol. Tamam mı? Her neyse geçti. Ben burdayım ve artık bitti."

Ellerimi yanaklarında gezdirip göz yaşlarını sildim. Hâla sessizce hıçkırıyor ve omuzları inip kalkıyordu. Yürümesine izin vermeden kalkıp kucağıma aldım. Arabanın arka koltuğuna geldiğimde onu yere indirmek zorunda kaldım. Kapıyı açıp onu içeriye doğru çektim. Ayakları yerdeyken arka koltuğa uzandı. Hala kendine gelebilmiş değildi. Bacaklarını düzeltip kapıyı kapatacağım sırada gördüğüm şeyle hızla içeri girdim. Yağmur'un üzerine doğru eğilip kolumu yana yaslarken çenesini yana doğru çevirdim.

Bu...bunu yapan şerefsiz kesinlikle elimden kurtulamayacaktı.

Kesinlikle!

Kapıyı sertçe kapatıp biraz ileride yere dağılmış çantasına ilerledim. Her şeyi içine doldurup arabaya geri döndüm. Çantayı yan koltuğa koyduktan sonra arkaya baktım. Gözleri kapalıydı ama hala titriyordu. Ellerim direksiyonu tutarken sakin kalmaya çalıştım. Yağmur bu seferde susmayı düşünüyorsa yanılıyordu. Çünkü onu zorla da olsa konuşturmaya kararlıydım.

***

Yolun yarısına doğru titremesi hafif azalmış ve oturur pozisyona geçmişti. Geri kalan yolu camdan dışarı bakarak geçirdi. Eve geldiğimizde yıllar önce onun için hazırlattığım odaya girdi. Kapıdan çıkmayan anahtar yüzünden ona yetişememiştim. Anahtarı delikten kurtarıp kapıyı hızlıca kapattım. Koşar adımlarla odaya girdiğimde yerde dizlerinin üzerine çökmüş ellerini yere yaslarken başını aşağı eğmişti. Orda olduğumu biliyordu ve beni engellemek için titreyen elini öne doğru kendine siper etti.

Bekledim.

Ne yapacağını bilmiyordum ama müdahale etmek için bekledim. Birkaç dakika hızlanan nefesini dinledim. Sonra çığlık atarak başını ellerinin arasına aldı. Bunu ne için yaptığını biliyordum. Bu bedeninin değil, ruhunun tepkisiydi. İçindeki acıyı dışarı bu şekilde atıyordu. Ruhunun acılarla dolu olduğunu biliyordum. Keşke onun acılarını geçirmek için elimden bir şey gelseydi. Keşke kötü geçen çocukluğunu ondan söküp alabilseydim. Tekrar çığlık atıp avuç içlerini yere doğru savurarak vurmaya başladığında hızla yanına gidip onu engelledim.

Bundan hoşlanmıyordum.

Bundan hiç hoşlanmıyordum.

Hiç ama hiç hoşlanmıyordum.

Arkasında durup ona sarılarak bileklerinden tuttum. Göğsüme yaslanıp kafasını omuzuma yasladı. Kafasını kaldırıp sessizce çığlık attı. Bu görüntü daha çok televizyonda çığlık atan biri varken televizyonun sesini kısmak gibiydi. Bunu nasıl başarıyor bilmiyordum ama yıllarca annesinin bile sinir krizlerini üzülür diye saklamak için oluşan bir alışkanlıktı belki de. Ailesinden birkaç kuzeni hariç kimse sinir krizlerini bilmiyordu. Ondan bile saklamak zorunda kaldı. Çırpınarak benden kurtulmaya çalışırken ona daha sıkı sarıldım. Gözlerini sımsıkı yapatıyor sonra hafifçe aralayıp tekrar sıkıyordu. Sıktığı dişlerinden dolayı boynunda gerilen damarları belli olurken yanağımda ilerleyen sıcak sıvıyla bir an kalakaldım. Onu böyle görmek beni her seferinde yıkıyordu. Onu böyle gören herkesin ona acıdığına inandığı için çoğu kişiye bunu göstermezdi. Ona hiç bir zaman bunu söylemeyeceğimi biliyordum ama kriz geçirirken gerçekten acınası gözüküyordu. Benim kadar vicdanına önem vermeyen biri bile onun ilk krizine şahit olduğumda aynen şuan ki gibi gözümden yaş gelmişti.

***

Elimdeki büyük su bardağını alıp odasına ilerledim. Üç saattir uyuyordu. Uyandığında boğazı kuru olacaktı ve buna ihtiyacı vardı. Odaya sessizce girip başucundaki komidinin üzerine bardağı koydum. Kapalı olan gözleri ve sakin nefes alışverişlerinden uyuduğunu düşündüğüm sırada gözünden bir damla yastığa doğru ilerleyerek orada kayboldu. Yatağın yanına oturup ona bakmaya başladım. Yağmur gerçekten iyi bir oyuncuydu. Onunla sürekli oyuncu olması için dalga geçsemde bunu söylerken ciddiydim. Yalan söylerken, bir şeyi gizlerken ya da yüz ifadelerini o kadar mükemmel kullanıyordu ki en iyi oyuncuya bile taş çıkarırdı. Şuan ona durup bakarken bile gerçekten uyuyup uyumadığını anlayamıyordum.

“Daha ne kadar oradan bana bakacaksın?”

***

Yağmur~

Gözlerimi araladığımda buna dayanamayan göz kapaklarım tekrar örtüldü. Kendimi çok bitkin hissediyordum. Sanki günlerdir uyuyormuş gibiydi. Kapı aralanıp adım sesleri yatağın oraya yaklaştığında nefesimi düzene soktum. Kıpraşan kirpiklerimi hissedebiliyordum. Bunun nedeni göz bebeğinin yer değiştirmesinden kaynaklanıyordu. Bunu yıllarca olan deneyimimden artık biliyordum. Bu yüzden göz bebeğimi kenara doğru bakmaya zorlayarak sabit tuttum. Bir insanın uyumadığını en net iki şekilde anlaşılır. Biri düzensiz nefesleri diğeri kıpraşan kirpikleri... Bazı geceler annemle uyurdum ve bunu bir oyun gibi yapardım. Annem ben uyumadan uyumazdı. Ben de onu kandırmak için bunu yapardım.

Neler olduğunu daha uyanmadan açılan bilincimden biliyordum. O pisliğin yaptıkları, kendimi tutamayıp geçirdiğim sinir krizini, Levent’in beni sakinleşmeştirmek için yaptıklarını, kısacası her şeyi. Nedenini soracaktı bunu biliyordum ama bu sefer saklamayacaktım. Yatağa doğru vuran ışık bir gölge tarafından örtüldüğünde bir süre daha bekledim. Derin bir nefes alıp hâla gözlerim kapalıyken dudaklarımı araladım.

“Daha ne kadar oradan bana bakacaksın?”

Güldüğünü duyduğumda gözlerimi zorlayarak hafif araladım. “Uyuyup uyumadığına karar veriyordum.” Gülümseyip yerimde doğrularak odaya göz attım. Borda renkli duvarlar alt tarafları beyaz çiçek desenleriyle süslenmişti. Çiçekleri çok severdim, en çokta sümbülleri. İki kişilik yatak, bir dolap ve yatağın başucundaki komidinden başka eşya yoktu. Bir de komidinin üzerindeki ikimizin resmi. Evi aldığı ilk yıl burayı benim için yaptırmıştı ve neredeyse üç yıllık bu odamda bügünle beraber en fazla beş defa kalmıştım.

Üstümdeki battaniyeyi karımın üzerine doğru çekip bacaklarımı topladım. O da yanıma oturup biraz önce koyduğunu düşündüğüm bardağı bana uzattı.

“Teşekkür ederim.”

Bardağın neredeyse hepsini bitirdiğimde gülümsedi. “Suya ihtiyacın olacağını tahmin etmiştim.” Başımı sallayıp bardağı kucağımda tutmaya devam ettim. Çeneme yerleştirdiği parmaklarıyla kafamı kaldırıp ona bakmaya zorladı. “Ne olduğunu anlat bana. Ya zorla ya güzellikle. Bu sefer susmana göz yumacağımı sanıyorsan yanılıyorsun.”

Bardakta kalan son iki yudum suyu da içtikten sonra tekrar komidinin üzerine koydum. Tekrar ona döndüğümde derin bir nefes aldım.

“Anlatacağım ama senden sonuna kadar beni dinlemeni ve sakin olmanı istiyorum.” Kaşlarını çatıp başını olumlu anlamda salladı.

“Beni oraya çağıran Ali’ydi. Hani Ebru’nun sevgilisi olan. Bana onunla ilgili önemli bir şey olduğunu, konuşmak istediğini söyledi. Bende onunla buluştum. Beni oraya götürdü ve konuşmaya başladı. Ebru’dan ayrılacağını söylediğinde...”

“Yağmur artık sadete gel!”

Başımı aşağı eğip gözlerimi sıkıca yumdum. Bu tam bir rezillikti.

“Beni sevdiğini aslında baştan beri bana yaklaşmak için onu kullandığını söyledi. Düşünebiliyor musun? Benim canım arkadaşımı kullanıyormuş. Ebru bunu duysa onun gözündeki yerim nasıl olur. Bana sürekli o çocuğu ne kadar sevdiğini ve güzel bir ilişkileri olduğunu söylüyordu. Ebru’yu kaybedebilirdim. Bu yüzden ben de sinirlenip Ebru ve benden uzak durmasını söyledim. O da sinirlendi ve... ve birden bire bana saldırdı.”

Şişip inen göğsü önümde hareket ederken dudaklarımı dişlerimin arasına aldım.

“Sonra?”

“Sonra ona biber gazı sıktım. Kafasına da bir kaç defa şişeyle vurunca ondan kurtuldum ve seni aradım. Senden korktuğunu biliyordum. Zaten adını duyar duymaz panikleyerek arabasına bindi ve kaçtı.”

Sağ bileğimi tutarak baş parmağımın bileğimle birleştiği yerdeki morlukta parmaklarını gezdirdi. “Ona vururken olmuş olmalı.” diye mırıldandığımda bileğimi sahiplenici şekilde tuttu. Kucağımdaki diğer bileğimi tutup dövmemin üzerinde parmaklarını gezdirdi.

“Sen iyi misin?”

Çizginin üzerinde gezen parmağı dikkatimi dağıtırken dövmeli sol kolumu kendime doğru çekerek ondan kurtardım.

“Bunu yapma. Başkasının dokunmasından hoşlanmıyorum.”

Çattığım kaşlarımla ilk defa kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda gülümsedi. Sonra aklına yeni bir sey gelmiş gibi tekrar kaşlarını çattı. “O şerefsizi bulup ağzını burnunu kıracağım.”

“Ebru’dan ayrılmasını sağla bize bir daha yaklaşamasın.”

Biraz geri çekildi ve yüzümü inceleyerek hafif tebessüm etti.

“Dur bir dakika! Yağmur Ercan birini pataklamamı mı istiyor? Yoksa eski günlerine geri mi dönüyorsun.”

Duruşumu dikleştirdim ve dudağımın kenarını kıvırırken ellerimi yumruk yaptım.

“Acı çeksin istiyorum. Hem de çok fazla. Ne yapıyorsan yap!”

Ayaklarımı yataktan sarkıttığımda çıplak ayaklarım soğuk zeminle buluştu ve titrememe yol açtı. İlerleyip odadaki banyoya girdim. Gözlerim hafif kızarıktı başka bir hasar yoktu. Sadece bileklerim ve parmaklarım ağrıyordu. Soğuk suyu yüzüme her çarptığımda titriyor ve biraz daha kendime geliyordum. Odadaki telefonum çalmaya başladığında elimdeki havluyla hızla dışarı çıkıp komidinin üzerindeki telefonuma baktım.

‘Ebrucum’

Levent odadan çoktan çıkmıştı. Kendimi yatağa oturmaya zorlayıp telefona cevap verdim.

“Efendim.”

“Yağmur neredesin? İşin bitmedi mi? Ali gelmeyecekmiş. Eğer işin yoksa Elif ile evdeyiz biz.”

Havluyu boynuma doğru inen birkaç damlacığı tutmak için hareket ettirdim.

“Bitti. Gelirim bir saate.”

“Tamam. Geç kalma, yemek yiyeceğiz.”

“Kapatıyorum.”

Telefonu kapatıp yerde duran çoraplarımı ayağıma geçirdim. Spor ayakkabılarım kapıya yakın yerde duruyordu. Yere oturup onları da giydim. Odadan çıktığımda yan odasında Levent telefonla konuşuyordu. Kapıda durup konuşmaları dinlemeye başladım.

“Evet adresi ben bulurum.”

“Bu gece gideceğiz işte. Çok kişi toplamana gerek yok. Sen ben ve Cenk.”

“Bıçak falan yok. Unut onu.”

Arkasını döndüğünde göz göze geldik. Gözlerinden geçen bir anlık tedirginlik tepkisiz ifademle yumuşadı.

“Ben sizi ararım.”

Yanıma gelip elini koluma koydu.

“Gidiyor musun?”

Konuşmak istemiyordum, kafamı sallamakla yetindim. Konuşmak şuan ki durumumda bana zor geliyordu. Belki psikolojik belki de her zaman yaptığım alışkanlık. Levent’e baktım. Ona minnettardım. Ne dersem hemen yapmaya çalışır yardım ederdi. O olmasaydı ben şuan nasıl olurdum bilmiyorum. Sanırım kötü kaderimin bana olan borcuydu o. Babanın bir tanecik kızını koruması gibi, bir abinin kardeşi için her şeyi yapması gibi. Benim için Levent çok şeyi ifade ediyordu. Onu seviyorum çünkü onun yanındayken ölümü düşünmek bana kötü hissettiriyordu.

Sevmediğimi bildiği halde kolumdaki eli aşağı inerek dövmemin üzerinde durdu.

“Senin için endişelenmem gerekiyor mu?”

Bu konuyu konuşmayı sevmezdim. O da derdini bana bu şekilde anlatmayı seçmişti. Bir buçuk yıl önce sadece sol bileğimi kesebilmiştim. Onu da titrerken tam yerinden değildi, daha aşağıdan ve yamuk. Hem fiziksel hem de ruhsal hissettiğim acı o an tarif edilmezdi. Daha diğerini kesemeden Levent yetişmiş ve bana engel olmuştu. O zamanlar annemin hastalığı daha yeni çıkmıştı birkaç gün evden çıkmamıştım ve kimseyle görüşmemiştim. Sonra ise yine kimseyle konuşmadan Antalya’ya gitmiştim. Kimsenin onu görmesini istemiyordum. Bana aciz mişim gibi bakmalarını bana acımalarını istemiyordum. İnsanlar sadece görüp yargılamayı biliyorlardı. Kimse ne hissettiğimi ya da bunu yaparken ne düşündüğümü bilemeyecek kadar düşüncesizdiler. Bu yüzden yarıyılda geri geldiğimde kimse onu fark etmeden üstüne dövme yaptırdım. Çok fazla dikkatli bakmadığında gözükmüyordu. Dövmeyi yapan Levent’ti. Oraya büyük bir ağaç yaptı ve yeni yaşamımın başlangıç çizgisi, dedi. Çoğu insan merak edip daha yakından bakmak ister ama dokunmak bir yana dursun dikkatlice bakmalarına bile izin vermezdim. Bileğimi kaldırdığımda elimle birlikte onun kolu da yükseldi. Elini yana doğru ittirerek dikiş izimin üzerinde parmaklarımı gezdirdim. Bunu yaparken tüylerimin diken diken olmasını ve ürpermemi durduramadım. Leven’in dikkatlice yüzümü incelediğini biliyordum.

“Merak etme. Bir şerefsiz için canıma kıyacak değilim. Başkası için hayatımdan vazgeçmem. Onun hayatını mahfederim.”

Söylediğim şey onu memnun etmiş olacak ki, biraz önceki yüzündeki tedirginlik gitmiş yerini güzel bir gülümseme ve rahatlama almıştı.

“Sen de merak etme. Onu mahfedeceğim.”

Sırıtıp çantamı koluma taktım. “Ebru’dan ayrıldığına emin ol.” deyip çıkışa doğru ilerledim. Kapıyı açıp ona baktığımda hâla kendi odasının önünde bana bakıyordu.

“Haber verirsin.”

“Vereceğim.”

Kapıyı kapatıp asansöre bindim.

****

Dırım dırıdırı rım...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 

Kore Oppa Unni ^^